Ortadoğu son 15 yıldır savaş, yıkım ve yerinden edilmelerle boğuşuyor. Gazze, Lübnan, Libya, Sudan, Suriye ve Yemen'de yaşanan çatışmalarda yüz binlerce kişi hayatını kaybetti, milyonlarca kişi de ülkesinden kaçmak zorunda kaldı.
Yaşanan şiddet ve çatışmalar, eğitim, sağlık ve ekonomiyi yok ederken, evleri, okulları, hastaneleri ve altyapıyı tahrip etti.
Popüler Gazete'nin Almendron haber sitesinden aktardığı Maha Yahya imzalı analiz göre Gazze'deki savaş çok yıkıcı sonuçlar doğurdu ve bölgenin sosyoekonomik göstergeleri 1955 seviyelerine geriledi.
Dünya Bankası (WB) ve Birleşmiş Milletler'e (BM) göre, Ortadoğu'nun yeniden inşası ve yeterli insani yardım sağlanması için gerekli maliyet 350 ila 650 milyar dolar arasında.
BM Kalkınma Programı, yalnızca Gazze'nin yeniden inşası için en az 40 ila 50 milyar dolara ihtiyaç olduğunu tahmin ediyor.
Bu parçalanmış toplumlara insani ve maddi yardım sunmak, özellikle yakın vadede milyonlarca insanın hayatta kalması için kritik önem taşıyor. Dolayısıyla ABD de dahil olmak üzere birçok Batılı hükümetin dış yardımı ve insani yardımı kısıtlaması derin bir endişe kaynağı oldu.
Ancak nihayetinde Arap dünyasının yeniden inşasının önündeki en büyük engel fon eksikliği değil, siyasi anlaşmazlıklar oluyor.
Bölgedeki ülkeler bu konuda başarısız olurken, bir de bu kaosu kendi jeopolitik avantajlarına çevirmek için çalışan rakip güçler var.
Bu sorunların bir araya gelmesi kalıcı barışı imkansız kılıyor. Bölgenin en güçlü aktörleri de bunu çok iyi biliyor.
Bu bağlamda İran, İsrail, ABD ve Arap Körfezi ülkeleri, onlarca yıldır bölgeyi kendi isteklerine göre şekillendirmeye çalışıyorlar, ancak çatışmanın temel nedenlerine değinmiyorlar.
Siyasi gerçekleri, yerel dinamikleri veya daha geniş kapsamlı sonuçları dikkate almadan, İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesi, İran ile Körfez ülkeleri arasında ekonomik bir anlaşma gibi öneriler ortaya attılar. Sonuç olarak, onların planları döngüsel şiddeti sona erdirmedi aksine körükledi.
İstikrara kavuşmak için savaşlarla boğuşan Ortadoğu'nun rotasını değiştirmesi gerekiyor.
Yetkililer bölgesel ve yerel bölünmeleri örtbas etmeyi bırakıp, bunları ele almalıdır. Parçalanmış toplumların bir araya gelmesine yardımcı olmaları, hesap verebilir siyasi kurumlar oluşturmaları, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını gerçekten tanıyan bir siyasi çerçeve yaratmaları gerekiyor.
Yoksa dünyanın "yeniden inşaya" ne kadar para harcadığının bir önemi yok. Çünkü bölge parçalanmış olarak kalacak.
Avrupa örneği
Avrupa, 1945 yılında harabe halindeydi. Altı yıl süren savaşta on milyonlarca insan öldü ve evlerinden sürüldü. Kıtanın en müreffeh şehirlerinin çoğu yerle bir edildi. Bölgesel para birimleri çöktü, insanlar dilencilik ve takas yapmaya yöneldi.
Buna karşılık ABD Başkanı Harry Truman yönetimi, "kıtanın yeniden inşası" için bir adım attı.
ABD Dışişleri Bakanı George Marshall'ın tavsiyeleri doğrultusunda Kongre, Avrupa halkı için büyük yardım paketlerine onay verdi ve bölgeye 13,3 milyar dolar (bugünün parasıyla 170 milyar doların üzerinde) harcandı.
Ancak bu yardımın bazı şartları vardı. ABD'ye olan ihracatlarını artıracak ve daha fazla Amerikan malı almalarını sağlayacak politikalar benimsemek zorunda kaldılar.
Amaç yalnızca Avrupa'nın evlerini, yollarını ve köprülerini yeniden inşa etmek değildi. Amacı kıtayı ABD öncülüğündeki liberal düzenin yeni oluşumuna dahil etmekti.
Bu strateji işe yaradı. Marshall Planı fonlarından yararlananlar, ABD öncülüğündeki NATO'ya katılarak kolektif savunma taahhüdünde bulundular.
Ekonomilerini birbirine bağlayarak Avrupa Birliği'nin yolunu açtılar. Bu kararlar sayesinde Avrupa, 2. Dünya Savaşı'nın yarattığı yıkımdan ekonomik olarak kurtulmakla kalmadı, aynı zamanda yüzyıllar süren mücadelenin ardından dünyanın en barışçıl ve müreffeh bölgelerinden biri haline geldi.
Bugün Ortadoğu'daki yıkımın boyutu, 1945'teki Avrupa'daki yıkıma benziyor. Bütün ekonomiler yerle bir oldu. Ulusal para birimleri değerlerini kaybetti. Ancak en büyük hasarın Gazze'de olduğu görülüyor.
Ocak ayı sonu itibarıyla Gazze'de resmi ölü sayısı 47.000'in üzerinde -muhtemelen bu düşük bir tahmin- ve İsrail bombardımanı bir yıldan biraz fazla bir sürede binalarının yaklaşık yüzde 70'ini enkaz yığınına çevirdi. BM, bu enkazın kaldırılmasının 10 yıldan fazla süreceğini tahmin ediyor.
Öte yandan Suriye'de 14 yıl süren iç savaş 12 milyon insanı yerinden etti, 600 binden fazla insan öldü. Ülke nüfusunun yüzde 90'ından fazlası artık uluslararası yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Yemen'de ise nüfusun yarıdan fazlası artık yoksul. Yaklaşık 20 milyon kişi doğrudan insani yardıma ihtiyaç duyuyor. Ekonomik açıdan kötü yönetim ve yağmacı uygulamalar, özellikle Mısır, Irak ve Lübnan'da ekonomik gerilemeye daha da katkıda bulundu.
Ortadoğu'nun bir Marshall Planı'na ihtiyacı var. Ancak II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'nın aksine, hiçbir ülke bu konuda öne çıkmıyor.
Bölgenin tek bir "şampiyonu" yok ve bölgeyi içinde bulunduğu çıkmazdan nasıl çıkaracağı konusunda da bir fikir birliği yok.
Tam tersine Ortadoğu bölünmüşlük ve rekabetin pençesinde. ABD, İran, İsrail, Türkiye ve Körfez ülkelerinin çeşitli önerilerinin tek ortak noktası temel zorlukları göz ardı etmeleridir.
Öncelikle ABD'nin yaklaşımını ele alalım. Washington, daha iyi bir Ortadoğu'nun temellerinin, bölgedeki başlıca rakibi olan İran'ı zayıflatmak ve yeni yatırımların önünü açmak umuduyla İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri normalleştirmekten geçtiğine inanıyor.
Washington, Gazze'nin yeniden inşasına katkıda bulunmak istiyor, ancak fonların büyük ölçüde Arap ülkelerinden gelmesi gerektiğine inanıyor.
Ancak Amerikan planı, Filistinliler için siyasi bir çözüm ufku olmaksızın yeniden yapılanmayı öngörüyor.
İsrailliler de aynı fanteziyi paylaşıyor.
İsrail, Gazze'yi ancak Filistinliler "radikalizmden arındırıldıktan" sonra yeniden inşa etmek istiyor. Bazı İsrailli yetkililer ise yeniden inşaya tamamen karşı.
İsrail'in vizyonu elbette etik açıdan yanlış. Filistinliler tartışmasız bir şekilde kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahip. İsrail ve ABD ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, Filistinlileri görmezden gelerek barışı sağlayamazlar.
Örneğin; Trump'ın ilk başkanlık döneminde ABD, İbrahim Anlaşmaları kapsamında Bahreyn, Fas, Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye ikna etti.
İsrail ise yerleşim yeri inşasını hızlandırdı, baskıyı artırdı ve Filistin toprakları üzerindeki otoritesini genişletti.
Buna karşılık Hamas, 7 Ekim 2023'te Aksa Tufanı Operasyonu'nu başlattı.
Saldırı, İsrail'in sert tepkisine yol açtı ve İsrail-Suudi Arabistan anlaşmasına yönelik ilerlemeyi durdurdu. Aynı zamanda İran ve diğer devlet dışı ortaklarının da savaşa dahil olmasına neden oldu.
İsrail'in Gazze, Lübnan, Suriye ve Yemen'e yönelik saldırılarının ardından bölge halkı artık İsrail'i Ortadoğu'nun en radikal ve yıkıcı aktörü olarak görüyor.
Diğer yandan, İran'ın bölgedeki yıkıcı davranışları, şiddet yanlısı devlet dışı aktörlere sponsorluğu ve bunun sonucunda ortaya çıkan kanunsuzluk var.
İran'ın planı ise Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını tanıyor. Ancak Arap ülkeleri yalnızca İsrail-Filistin çatışmasının sona ermesini değil, bölgesel anarşinin de sona ermesini istiyor.
Aynı zamanda, Körfez ülkelerinin (Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve BAE) Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) aracılığıyla ortaya koyduğu bir vizyon var.
KİK'in önerileri arasında Körfez ülkelerinin kendi ekonomik entegrasyonlarını derinleştirmeleri, ortak savunma mekanizmaları kurmaları ve ardından İsrail-Filistin ihtilafının artık pratikte imkansız olan iki devletli çözüm yoluyla çözülmesi yer alıyor.
Bu öneri, tıpkı İran'ınki gibi, en azından bölgesel güvenliğin sağlanması için gerekli anahtarın bu çatışmanın sona ermesi olduğunu kabul ediyor.
Ancak Körfez ülkelerinin planı bölgedeki diğer çatışmalar veya bunların nasıl ele alınacağı konusunda da pek az şey söylüyor.
En iyi ihtimalle, bu çeşitli vizyonlar pek bir şey başaramayacaktır. En kötüsü ise İbrahim Anlaşmaları'nda olduğu gibi daha fazla çatışmaya yol açacaklardır.
Ortadoğu'daki güçler, savaştan zarar görmüş halkların adalete, hesap verebilirliğe veya iyi liderliğe ihtiyaç duymadan yeni bir yapılanmayla yetineceğini düşünüyor gibi görünüyor.
Kaos hüküm sürüyor
Bölgenin sorunlarının merkezinde yönetim sorunları yer alıyor. Pek çok ülke parçalanmış veya çökmüş durumda. Rekabet halindeki güç merkezleri çoğunlukla belirli etnik veya siyasi grupların hakimiyetinde.
Ancak bu dinamik hiçbir yerde Suriye'dekinden daha belirgin değil. Yıllardır süren savaş, ülkenin merkezi ile çevresi arasındaki ilişkileri zayıflattı ve çeşitli yerel yöneticilerin ortaya çıkmasına yol açtı.
Uluslararası müdahaleler bu tür çatlakları daha da derinleştirdi ve derinleştirmeye devam edecek.
Ortadoğu'nun başlıca güçleri, sürekli olarak daha fazla bölgesel nüfuz elde etmek için rekabet halinde, bu nedenle savaşlar çıktığında bu güçler genellikle farklı grupları destekliyor.
Örneğin Türkiye, Suriye'deki bazı muhalif grupları destekliyor. ABD, SDG/YPG'ye yardım ediyor.
Ürdün ve BAE ise Suriye'nin Güney Operasyonları Odası'nda önemli ilerleme kaydetti.
İsrail, Suriye'deki Dürzi toplumuyla bağlarını güçlendirmeye çalışıyor ve oluşan güç boşluğunu kullanarak, Suriye'nin yaklaşık 155 mil karelik topraklarını işgal ediyor.
Şimdilik Suriye'deki gruplar barışı koruyor. Nitekim 29 Ocak'ta yapılan toplantıda, Esed'in devrilmesinde rol oynayan kilit gruplar bir araya gelerek, HTŞ lideri Ahmed eş-Şara'yı ülkenin yeni cumhurbaşkanı olarak ilan etti.
Ancak Güney Operasyonlar Odası'nın önde gelen ismi Ahmed el-Avde bu toplantıya temsilci gönderdi ve kendisi katılmadı. Kürt ve Dürzi gruplar ise tümüyle boykot etti.
Olası bir senaryo ortak düşmanları ortadan kalkınca, Suriyeli gruplar birbirlerine saldırabilirler. Eğer bunu yaparlarsa Suriye'nin geleceği Somali'nin şimdiki haline benzeyebilir, yani farklı gruplar farklı toprak parçalarını kontrol edebilir. Ya da yakınlardaki Libya'ya benzeyebilir.
Suriye ve Libya birbirinden çok farklı ülkeler, ancak Libya da uzun yıllardır varlığını sürdüren bir diktatörün karşısına çok sayıda silahlı grubun çıktığı Arap Baharı devrimini yaşadı.
Bu gruplar 2011 yılında Muammer Kaddafi'yi devirmeyi başardılar. Ancak Kaddafi devrildikten sonra Türkiye, BAE ve bazı Avrupa ülkelerinin de aralarında bulunduğu dış aktörlerin desteğiyle hakimiyet için birbirleriyle savaşmaya başladılar. Bugün ülkenin doğu ve batısındaki rakip iktidarların her biri farklı ülkeler tarafından destekleniyor.
On yıldan fazla süren iç savaşın ardından Yemen de Libya gibi siyasi olarak iki ana rakip otorite arasında bölünmüş durumda.
Bunlar kuzeydeki Husiler ve Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi. (Husiler ülke topraklarının üçte birini ve nüfusun üçte ikisini kontrol ediyor.). Yemen'de de dış güçler arasındaki rekabet, çatışmayı daha da körükledi.
İran, Husileri destekliyor. Suudi Arabistan, Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi'ne ev sahipliği yapıyor. Ancak Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi'nin kendisi de hizipçi bir yapıya sahip ve dışarıdaki rekabet, konsey içinde de çekişmelere yol açıyor.
Örneğin BAE, konseyde yer almasına rağmen Yemen'in güney kesiminin ayrılmasını isteyen bir grubu destekliyor.
Suudi Arabistan ile BAE arasında, petrol zengini Yemen eyaleti Hadramut konusunda yaşanan gerginlik daha fazla ayrılığa yol açtı.
Suudi Arabistan eyaletin iç kesimlerini genel olarak kontrol ederken, BAE de kıyı şeridine hakim durumda. Her iki iktidara bağlı vekiller çatıştı ve aralarındaki çatışmanın önümüzdeki aylarda daha da şiddetlenmesi mümkün.
Bu kaos, Arap Yarımadası'ndaki El Kaide ve diğer terör örgütlerinin Yemen'in doğusu ve güneyindeki operasyonlarını genişletmesine olanak sağladı.
Sonuç olarak, İran ve Suudi Arabistan arasında 2023'te imzalanan normalleşme anlaşması gibi bölgesel güçler arasında bir yakınlaşma, çatışmanın azaltılmasına yardımcı olabilir.
Ancak etkili arabulucular olabilmek için bölgesel aktörlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları daha kapsamlı bir şekilde çözmeleri gerekiyor.
Suudi Arabistan ile BAE arasında, Ortadoğu'nun başlıca Arap siyasi ve ekonomik merkezi olup olmayacakları konusunda tırmanan rekabet, özellikle Sudan, Suriye ve Yemen'deki çatışmalar söz konusu olduğunda gerginlik yaratıyor.
Katar ve Türkiye'nin İslamcı aktörlere verdiği destek, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve BAE ile sorunlara yol açıyor.
İran-Suudi Arabistan yakınlaşması mezhepsel ayrılıkları yumuşatsa da, İran'ın baskıcı devlet dışı aktörlere verdiği desteği azaltmadı. Sonuç olarak, bölgesel huzuru teşvik etmek için pek bir şey yapamaz.
Bu ülkeler aralarındaki rekabeti tam olarak çözebilseler bile barışı sağlayamadılar. Devletleri yeniden inşa edecek, yerlerinden edilmiş insanların güvenli bir şekilde geri dönmesini sağlayacak ve parçalanmış toplumsal yapıyı onaracak yerleşimleri hayata geçirmek için yerel yetkilere sahip olmaları gerekecek.
Ancak yıllardır savaşlarla sertleşmiş bu aktörlerin buna uyacaklarının da bir garantisi yok.
Özellikle geçiş adaleti konusu zorlu olacak. Toplumların iyileşmesi için, savaşlardan sonra bir miktar "bağışlamanın" olması gerekir. Ancak özellikle insan hakları ihlallerinden sorumlu olanlar için geniş kapsamlı bir af olamaz.
Suriye'nin yeni liderleri, 54 yıllık otokratik yönetim boyunca işlenen dehşetlerden dolayı Esed'i kilit isimlerini sorumlu tutmak zorunda kalacak. Bunu yapmamak, yalnızca bireysel intikam eylemlerini daha da teşvik edecektir, bu da kalıcı, barışçıl bir çözüm sağlamayı zorlaştıracaktır.
Adalet yoksa, barış yok
Ortadoğu'da çatışmaları sona erdirmek veya yeniden inşa için tek tip bir yaklaşım bulunmuyor. Bölgede yaşanan savaşların kendilerine özgü dinamikleri mevcut.
Örneğin Lübnan'da zorluk, yalnızca İsrail'le yaşanan çatışmada yıkılanların yeniden inşa edilmesi değil.
Aynı zamanda bozulmuş bir siyasi sistemin yeniden inşa edilmesi, Hizbullah'ın silahsızlandırılması ve zayıflamış ulusal kurumların güçlendirilmesi söz konusu.
Savaşın tüm ağırlığıyla hissedildiği Suriye'nin yepyeni bir siyasi çözüme ihtiyacı var. Ancak Suriye'de Esed döneminde olduğu gibi yeniden merkezi bir güç oluşturulmamalı. Ortaya çıkacak her türlü çözümün ülke çapında desteklenmesi gerekiyor. Çatışma sırasında ortaya çıkan yerel dinamiklerin hesaba katılması gerekiyor.
Gazze için zorluklar daha da derin. Bölgenin tahribatının kapsamı tarihsel bir emsal olabilir. Oysa Gazze, harabeye dönen diğer yerlerden farklı olarak bir ülke değil. Sınırlarını kontrol etmiyor. Kuşatma altında, dış pazarlarla bağlantısı kesilmiş durumda. Su, gıda, tarımsal veya endüstriyel üretim için toprak gibi her türlü temel kaynaktan yoksun.
Böyle bir durumda yaşanabilir hale getirilmesi, hatta ekonomik olarak sürdürülebilir hale getirilmesi bile mümkün değil. Yeniden inşa etme ve yönetme işini kimin üstleneceğine dair net bir plan yok.
Yakın vadede Gazze'nin, BM Güvenlik Konseyi tarafından oluşturulacak bir geçiş otoritesi tarafından yönetilmesi gerekebilir. Bu mekanizma, 1990'larda yerel yönetim kapasitesinin yok edildiği dönemde Balkanlar ve Kamboçya'nın bazı bölgelerinin yeniden inşasına yardımcı olmak için kullanılmıştı.
Eninde sonunda, demokratik desteğe sahip Filistinliler tarafından yönetilmesi gerekecektir. Ancak şu anda kısa veya uzun vadeli bir çözüm önerisi bulunmuyor.
Kesinlikle yeni bir Ortadoğu oluşuyor. Ancak siyasi bir çözüm olmadan yeniden yapılanmanın uzun vadede pek bir faydası olmayacaktır.
Çünkü bu, sürekli kan dökülmesine neden olan güç dengesizliklerini, etnik gerginlikleri veya bozuk kurumları düzeltemez.
İnsanların evlerini, dükkanlarını ve okullarını kelimenin tam anlamıyla yeniden inşa etmelerine yardımcı olabilirler. Ancak kalıcı bir barış sağlanana kadar, çatışmaların kaçınılmaz olarak geri dönmesiyle bu binalar tekrar çökebilir.