ABD Başkanı Donald Trump'ın geçtiğimiz haftalarda Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) yaptığı, oldukça ses getiren son ziyaretin iki hedefi vardı.
Popüler Gazete’nin Marco Carnelos imzalı analizden aktardığına göre Trump'ın bu hedeflerinden ilki, “Önce Amerika” vizyonunu yalnızca ABD ve halkı için değil, aynı zamanda mümkün olduğunca çok sayıda ülke için siyasi ve ekonomik bir vizyon haline getirmekti.
Bu, Beyaz Saray'da Cumhuriyetçi veya Demokrat olsun, ABD için iyi olanın dünya için de iyi olduğu şeklindeki istisnai bir inançtan kaynaklanıyor.
Başarılı bir iş insanı olduğu bilinen ve ülkelerle ilişkilerinde elde edeceği çıkarlara odaklanan Trump, elbette ki ABD ekonomisine yatırım yapmak için dünyanın en zengin üç ülkesini seçti.
Son çeyrek yüzyılda, bir marka olarak ABD'nin uzun süreli itibar kaybı yaşadığına şüphe yok.
ABD'nin Orta Doğu'daki bitmeyen savaşlarının kaosa ve yasadışı göç akışlarına yol açması ve yaptırım politikaları, düşmanları ve müttefiklerini aynı şekilde kızdırdı.
Öte yandan, Wall Street'in düzenlenmemiş finansal planları, büyük sonuçları olan küresel bir finansal krize yol açtı.
Aynı zamanda, ülkedeki "Uyanık" ve "İptal Kültürü" üzerine tartışmalar, çok sayıda ABD'liyi birbirine düşürerek benzeri görülmemiş bir iç kutuplaşma yarattı.
Bu iki kavramı açıklamak gerekirse, "Uyanık” görünürde bir toplumsal adalet hareketi olarak görülürken, "İptal Kültürü" uyanık dogmasına katılmayan herkesi itibarsızlaştırmak ve susturmak için kullanılan bir tekniktir.
Ülkede ekonomik politikalar en zengin elitleri ayrıcalıklı kılmaya devam ederken, eşitsizlikler ve bunlarla bağlantılı şikayetler arttı. Ulusal borç ise sürdürülemez bir şekilde 36 trilyon dolara fırladı.
BRICS ve Çin'in yükselişiyle ortaya çıkan çok kutuplu siyasi ve ekonomik düzen de, ABD hegemonyasına dayanan "kurallara dayalı düzene" olası bir alternatifi ana hatlarıyla ortaya koydu.
Bu arka plan karşısında Trump, ayrım gözetmeyen gümrük tarifeleri de dahil olmak üzere attığı yanlış adımlarının yaygın bir öfkeye yol açmasının ardından, ülkesini yeniden markalaştırmak ve tekrar çekici hale getirmek için Körfez ülkelerine yöneldi.
Trump'ın pervasızca ortaya koyduğu gümrük vergileri, ABD'nin hazinesini bile riske attı. Hazine tahvillerinin faiz oranları yakın zamanda yüzde beşlik tehlikeli tavana yaklaştı ve bu durum ülkenin astronomik borcunun yeniden finanse edilmesini hiç de kolaylaştırmadı.
ABD'yi Trump'ın vizyonuna göre yeniden markalama konusunda hiçbir tabu yok. En uç ayrıcalık olan ABD dolarının küresel rezerv para birimi olması bile tartışılabilir.
Trump'ın ekonomik danışmanları, bu statünün artık bir varlık değil, ülkenin devasa ticaret açığına yansıyan bir yükümlülük olduğunu öne sürüyor .
Washington, bunu bir yük olarak görse bile, bu ayrıcalığı terk etmeye hazır değil. Aksine, dünyanın geri kalanının bunu telafi etmek zorunda olduğunu iddia ediyor.
Öte taraftan, Trump'ın Körfez gezisinin ikinci hedefine gelirsek, uzun süredir stratejik önemini koruyan Orta Doğu'da "Pax Americana"yı yeniden başlatmaktı.
"Amerikan Barışı" anlamına gelen “Pax Americana”, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD’nin dünyanın en büyük askeri ve diplomatik gücü olduğu döneme rastlayan nispeten barış dönemini tanımlamak için kullanılan bir terim. Bu terim, ABD'nin gücü ve ideolojisini dünya üzerinde etkin kılmayı hedefliyor.
Diğer yandan bölge, önemli bir enerji merkezi ve ticaret rotasıyken, istikrarsız hale gelmesi inatçı müttefiklere ve düşmanlara karşı kullanılabilir.
Artan gerginlikler, Avrupa'nın yanı sıra Mısır ve Ürdün gibi kırılgan bölgesel ABD müttefikleri için bir terör kaynağı olan "göç silahını" tetikleyebilir.
Silahlı grupları "terörist" varlıklar olarak listelemek, Müslüman azınlık topluluklarının yaşadığı Rusya'nın yumuşak karnını daha da kötüleştirebilir .
Aynı zamanda, büyük bölgesel petrol üreticilerini de kapsayan hedefli ve senkronize enerji politikaları, Opec+'ı bölebilir ve Körfez petrolüne büyük ölçüde bağımlı olan Çin'e baskı uygulayabilir.
Orta Doğu'da yenilenen bir Pax Americana, Uzak Doğu ile Avrupa arasında gelişen ticaret yollarının kontrol altına alınmasına da yardımcı olabilir. Bu bağlamda Çin'in "Kuşak ve Yol Girişimi" bunların en önemlisidir.
Trump'ın çıktığı turda, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerine ilettiği örtülü mesaj şuydu:
"Ya Opec+ içinde küresel petrol fiyatlarıyla oynayıp Çin ile henüz ortaya çıkmamış alternatif bir küresel düzene şans verirsiniz ya da benimle on kat daha ödüllendirici bir ekonomik ortaklık konusunda anlaşabilirsiniz. Seçim sizin."
Şimdilik Riyad, Doha ve Abu Dabi, Trump'ı 3 trilyon dolarlık ileri yatırımlarla şımartmak için yarışırken ikinci seçeneği tercih ettiler.
İmzalanan anlaşmalarda yer alan bazı rakamlara inanmak zor görünüyor, örneğin yıllık GSYİH'si sadece 500 milyar dolar civarında olan BAE ile yapılan 10 yıllık, 1,4 trilyon dolarlık anlaşma gibi.
Ancak Trump için şu anda önemli olan, bu duyuruların küresel piyasalar ve yatırımcılar üzerindeki etkisi.
Körfez yöneticilerinin cömertliği ciddi ve kesin bir tercihi ya da zaman kazanmak için inanılmaz derecede pahalı bir hamleyi yansıtabilir; bunu söylemek için henüz çok erken.
Trump'ın Körfez turunun diğer ilginç yönü ise İsrail'in bu gelişen bölgesel mozaikteki yeri oldu.
Trump, Körfez ziyaretinden önce İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ekibi için açıkça tatsız olan bir dizi karar aldı.
ABD, Tel Aviv'i atlayarak, ABD-İsrailli rehine Edan Alexander’ın serbest bırakılması için Hamas ile doğrudan müzakere masasına oturdu.
Yemen'deki Husilerle "İsrail'i korumayan" ayrı bir anlaşmaya vardı, İran ile nükleer görüşmelere yeniden başladı ve Suudi Arabistan ile "İsrail ile ilişkilerini normalleştirme şartını iptal ederek" büyük anlaşmalar yaptı.
Trump, İsrail'in büyük bölgesel yeni dizaynında bir müttefik olmaktan çok bir yük olabileceğini yavaş yavaş fark ediyor gibi görünüyor.
Bunun doğru olup olmadığını -ve her şeyden önce, yalnızca Netanyahu ve soykırımcı ortaklarıyla sınırlı olup olmadığını veya İsrail'in bölgedeki genel rolü hakkında çok daha tehlikeli bir bakış açısını gizleyip gizlemediğini- bir kez daha yalnızca zaman gösterecek.
Sonuş olarak, ABD'nin Orta Doğu'daki politikasında köklü bir değişiklik yapılmış gibi görünüyor.
Trump, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile Riyad’da yaptığı son görüşmede ve Şam'a uygulanan yaptırımların kaldırılmasında görüldüğü gibi, her türlü planı, diplomatik geleneği veya adeti bozmaya hazır göründü.
Üstelik yeni Şam rejimi henüz daha kapsayıcı bir politika garantisi vermemişken ve ülkede mezhepsel çatışmalar devam ederken...
Avrupalı liderler ortaklaşa hiçbir yere varmayan trenlere binerken, Trump Körfez liderleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi daha "istikrarlı ve güvenilir" gördüğü kişilerle ortaklık kurarak yeni kurallar koymaya kararlı görünüyor.
Trump, bir gün Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin gibi benzer güçlü aktörlerin de, "iş anlaşmalarının her şeyi iyileştirebileceği" kavramı üzerine kurulu büyük vizyonuna katılacağını umuyor.
Birinci başkanlık dönemine kıyasla oldukça farklı bir Orta Doğu politikası yürüten Trump’ın bir sonraki adımları merakla beklenirken, başta büyük hüsrana uğrayan Netanyahu olmak üzere herkes emniyet kemerini bağlamakta gecikmemeli.