Suriye'de 8 Aralık 2024’te Esed rejiminin çökmesiyle ülkenin siyasal, toplumsal ve askeri dengeleri köklü biçimde değişti.
Beşşar Esed’in Rusya’ya kaçışıyla 61 yıllık Baas rejimi devrildi.
13 yıldır iç çatışmalar, bölgesel rekabet ve uluslararası müdahaleler arasında sıkışmış Suriye ilk kez nispeten kontrollü ve diplomatik bir geçiş sürecine yöneldi.
Popüler Gazete'nin Arap medyasından aktardığına göre bu dönemin en dikkat çekici gelişmesi, Ahmed Şara’nın geçiş cumhurbaşkanı olarak atanması ve hem bölgesel hem küresel aktörler tarafından beklenenden çok daha sıcak karşılanması oldu.
Şara liderliğindeki yeni yönetim, ilk aylarından itibaren “normalleşme, uzlaşı ve yeniden inşa” eksenine dayanan bir siyaset izlemeye başladı.
Suriye’nin 13 yıl süren savaşta kaybettiği toplumsal dokuyu yeniden onarmak için en kritik başlıklardan biri, rejim döneminde kaybolan binlerce insanın akıbetinin araştırılmasıydı.
Bu kapsamda kurulan Bağımsız Kaybolanlar Komisyonu, yüzlerce toplu mezarın tespit edilmesi, Sednaya dahil birçok hapishanenin uluslararası heyetlere açılması ve rejimin güvenlik mekanizmasının karanlık noktalarının belgelenmesi açısından tarihte benzeri görülmemiş bir süreci başlattı.
Şara hükümeti, büyük suçların cezasız kalmayacağı mesajını verirken, toplumsal intikam duygularını tetiklememeye yönelik stratejik bir dil kullanmaya özen gösterdi.
Bu çerçevede, geçiş adaleti Suriye'nin yeniden yapılanma sürecinin merkezinde yer aldı.
Ekonomik cephede ise ülke uzun süredir görülmemiş bir toparlanma ivmesi yakaladı.
Savaş boyunca tamamen çöken elektrik, ulaşım, sağlık ve tarım altyapısı birçok ülkeden gelen fonlarla yeniden onarılmaya başladı.
Deyrizor ve Haseke’de petrol üretiminin merkezi yönetimle koordinasyon içinde yeniden başlaması da devlet gelirlerini artıran en önemli adımlardan biri oldu.
Ekonomideki bu toparlanma sınırlı olsa da uzun yıllar sonra ilk kez istikrarlı bir büyüme işaretleri ortaya çıktı.
Uluslararası yaptırımların kaldırılması süreci de bu dönemin dönüştürücü adımlarından biri oldu.
ABD’nin Caesar yaptırımlarının büyük bölümünü askıya alması ve AB’nin ekonomik yaptırımların önemli kısmını kaldırması, ülkeye dış yatırım ve finans kaynaklarının akışını hızlandırdı.
Esed rejiminin devrilmesinden sonra en dikkat çeken toplumsal dalga ise milyonlarca Suriyelinin ülkesine dönme isteğiydi.
Türkiye, Ürdün ve Lübnan’da uzun yıllardır yaşayan yüz binlerce Suriyeli, yeni hükümetin “güvenli dönüş” programı çerçevesinde memleketlerine geri dönmeye başladı.
Bu dönüşler, Suriye’nin savaşla parçalanmış toplumsal yapısının yeniden örülmesinde kritik bir rol oynuyor.
Öte yandan İsrail’in saldırıları, Esed sonrası dönemde bile hız kesmedi.
Suriye yönetimi bu saldırılara doğrudan karşılık vermekten kaçınırken, bu durum, Suriye'nin dış politikada hassas bir denge kurmaya çalıştığını gösteriyor.
Ülkenin en kırılgan alanlarından biri ise sahildeki mezhepsel gerilimler.
Bazı eski rejim bağlısı milislerin dağlık bölgelere çekilerek kontrol noktaları kurması, zaman zaman çatışmalara yol açtı.
Şara yönetimi bu bölgede intikam korkusunu gidermek için özel programlar başlatmış olsa da sahil hattı hala istikrarı tehdit eden en kritik noktalardan biri olmaya devam ediyor.
Bu dönemin en karmaşık dosyası ise SDG’nin geleceği.
ABD destekli bu güçlerin Suriye ordusuna entegrasyonu, hem bölgesel hem iç siyasi dengeleri doğrudan etkiliyor.
Şu anda güvenlik koordinasyonu devam etse de entegrasyonun şartları hala tartışma konusu.
Ankara, PKK bağlantılarının tamamen kesilmesini şart koşarken, SDG kendi kazanımlarını kaybetmeyecek bir model talep ediyor.
Şara hükümeti, ülke bütünlüğünü korumak adına “tek ordu” ilkesinde ısrarcı.
Bütün bu gelişmeler birlikte ele alındığında, Suriye bugün savaşın en karanlık yıllarından çok farklı bir manzara sunuyor.
Esed sonrası dönem, hala kırılgan olsa da ülkeye 13 yıl sonra ilk kez gerçek bir umut duygusu getirdi.
Uluslararası destek, ekonomik toparlanmanın ilk sinyalleri, uzlaşı süreçleri ve toplumsal dönüşler, Suriye’nin yavaş ama istikrarlı bir biçimde siyasi normalleşmeye doğru ilerlediğini gösteriyor.
Suriye’deki devrim süreci birinci yılını tamamlarken, sahadaki dengelerin değişmesinde Türkiye’nin oynadığı belirleyici rol giderek daha görünür hale geliyor.
27 Kasım’da başlayan “Saldırganlığı Caydırma” operasyonunun kısa sürede Şam merkezine ulaşması, yalnızca rejimin zayıflamasının değil, aynı zamanda Ankara’nın yıllardır inşa ettiği diplomatik, askeri ve ekonomik baskı araçlarının aynı anda sonuç vermesinin bir göstergesi olarak yorumlanıyor.
Özellikle geçen yılın başından itibaren Türkiye’nin muhalif gruplar arasında yürüttüğü koordinasyon ve yeniden yapılandırma çabası, dağınık güçleri tek bir stratejik hatta toplamayı mümkün kıldı.
Devrimin kaderini etkileyen asıl unsur, Türkiye’nin kurduğu güvenli bölgeler ve bu bölgelerde sağlanan ekonomik istikrar oldu.
Sağlık, eğitim, temel belediye hizmetleri ve yerel yönetim kapasitesinin güçlendirilmesi, savaşın yıktığı alanlardan kaçan yüzbinlerce kişiye yalnızca sığınak değil, aynı zamanda ekonomik bir nefes alanı sağladı.
Türkiye’nin rolü yalnızca sahadaki düzenleyici kapasiteyle sınırlı kalmadı; uluslararası diplomasideki etkisi de sürecin dönüm noktalarını şekillendirdi.
Moskova’nın Esed'e desteğini azaltma kararında, Ankara’nın Rusya ile sürdürdüğü çok katmanlı müzakere trafiğinin doğrudan etkisi olduğu biliniyor.
Aynı şekilde, İran’ın askeri desteğini minimize eden baskı mekanizmaları, Türkiye’nin hem bölgesel ittifak ağlarını hem de enerji/lojistik kartlarını ustaca kullanmasıyla sonuç verdi.
Bu diplomatik tablo, Esed rejiminin yalnızlaşmasını hızlandırarak devrimin askeri sahada ilerlemesinin önünü açtı.
Bugün Suriye’de yeni bir siyasi düzen kurulurken, ekonomik toparlanmanın omurgasını yine Türkiye’nin sağladığı bağlantılar oluşturuyor.
Yeniden ticaret akışının normalleşmesi, küçük sanayi bölgelerinin tarım ve lojistik merkezlerine bağlanması, Türk lirasıyla yapılan bölgesel mikro ticaretin genişlemesi ve Türkiye üzerinden gelen insani/teknik yardım hatlarının kesintisiz sürmesi, devrim sonrası geçiş dönemi hükümetinin en büyük istikrar kaynağı haline geldi.
Bu nedenle, süreç hem Suriye için dönüm noktası hem de Türkiye’nin bölgesel vizyonunun en somut yansıması olarak değerlendiriliyor.