DOLAR 39.89 ₺
EURO 46.77 ₺
G.ALTIN 4,197.99 ₺
Ç.ALTIN 6,891.00 ₺
BTC 107,148.48 $
ETH 2,425.69 $
BİST 9,404.89

    Silahlar sustu, peki İran'ı bundan sonra ne bekliyor?

    SiyasetDünyaÇeviri Haberler
    Yayınlama: 27 Haziran 2025 Cuma 19:24 Kaynak: Haber Merkezi

    Silahlar sustu, peki İran'ı bundan sonra ne bekliyor?

    İran, İsrail'in beklenmedik ilk saldırısının şokunu atlatmada olağanüstü bir çeviklik gösterdi.

    Saldırıda hayatını kaybeden 20'den fazla üst düzey askeri komutanının yerine hızla yenilerini atayarak, yerli üretim balistik füzeler ve SİHA'larıyla İsrail'e karşılık verdi.

    Ancak tepkisinin hızına rağmen, taraflar arasındaki genel askeri yeteneklerde belirgin bir eşitsizlik vardı ve bu açıkça İsrail'in lehineydi.

    Popüler Gazete'nin Vahid Abdulmecid imzalı analizden aktardığına göre bu dengesizlik yalnızca çatışmanın sonucunu değil, aynı zamanda giderek artan bir şekilde İran rejiminin yapısal bütünlüğünü de şekillendirme riski taşıyordu.

    Silahlar şimdilik sustu, ancak İran ve yönetim sistemini gelecekte neyin beklediği merak konusu oldu.

    Burada akla gelen en uygun seçenek, İran'ın nükleer müzakerelere yeniden başlaması olabilir.

    İsrail bombalamaya başladığında, İran'ın bir teklif taslağı hazırladığı öne sürüldü.

    Bunun İran'a uranyum zenginleştirme yasağı, diğer devletleri içeren bölgesel bir zenginleştirme konsorsiyumu kurulması, füze geliştirme programına kısıtlamalar getirilmesi ve bölgesel müttefikler ile vekillerine sağladığı finansal ve lojistik desteğin sınırlandırılmasını içerdiği düşünülüyor.

    Aranan tavizler

    Müzakereler yeniden başlarsa, İran muhtemelen çok düşük seviyelerde (en az %1) uranyum zenginleştirmeye izin veren bir anlaşma isteyecektir.

    Bu sembolik taviz, gerekirse gelecekte genişletilebilecek asgari ancak ölçeklenebilir bir nükleer altyapının yanı sıra ulusal onuru korumayı amaçlıyor. Ancak mevcut koşullar altında, bu senaryo olası görünmüyor, en azından ABD Başkanı Donald Trump bunu açıkça reddetti.

    İsrail ve diğer bazı Batılı güçler tarafından desteklenen ikinci senaryo, İran rejiminin teslim olmasını ve dayatılan şartlar altında nükleer programının tamamen durdurulmasını öngörüyor.

    Böyle bir teslimiyet anı, İmparator Hirohito'nun 15 Ağustos 1945'te, Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atılmasından sadece birkaç gün sonra, Japon halkına ve dünyaya radyodan hitap ettiği II. Dünya Savaşı'ndaki teslimiyetini anımsatacaktır.

    Bazı gözlemciler Trump'ın İran'ın dini lideri Ali Hamaney'den de benzer bir şey istemiş olabileceğini düşünüyor. Ancak bu senaryo da oldukça düşük bir ihtimal gibi görünüyor.

    Devrilmes pek olası değil

    2025'teki İran, 1945'teki Japonya değil. Çünkü Japonya ezici bir yıkıma uğramıştı ve direnmeye devam etme kapasitesi yoktu.

    Buna karşın, İran rejimi köklü ve ideolojik altyapısı sayesinde, doğrudan ABD askeri müdahalesinden sonra bile önemli şekilde dayanıklılığını koruyor.

    İran Devrim Muhafızları Ordusu, Besic milisleri ve neredeyse her eyalette faaliyet gösteren taban örgütleri ağı gibi güçlü kurumlar tarafından harekete geçirilen yarı-militarize edilmiş bir halk tabanını komuta ediyor.

    Rejimin ideolojik katılığı ve kararlılığı, çoktan tükenmiş olan 1945'teki Japon liderliğinin aksine, iç uyumu daha da güçlendiriyor.

    Hiroşima ve Nagazaki bombalamalarının psikolojik etkisi muazzam ve onarılamazdı. Bu, Japonya yöneticileri için etkili bir şekilde 'geri dönüşü olmayan bir nokta'yı işaret etmiş ve toparlanamayacakları stratejik bir şok yaratmıştı.

    Buna karşılık, İran-İsrail savaşı, İranlılar da dahil olmak üzere, büyük ölçüde öngörülmüştü. İlk İsrail saldırılarının şokundan sonra, ülkede başka hiçbir şokun gerçekleşmediği görülüyor.

    Kademeli istikrarsızlık

    Bu konuda bir başka senaryo daha var. Bu, İran rejiminin kademeli olarak istikrarsızlaşması ve sonunda çöküşünü öngörüyor, bu da İsrail tarafından aktif olarak takip edilen bir sonuç.

    Bu sonucun gerçekleşmesi, İsrail ile sürgündeki İran muhalif grupları arasında yakın koordinasyon gerektirecek ve bu plan kapsamında rejim içindeki herhangi bir karışıklıktan yararlanılacaktır.

    İran'ın merkezi ve bölgesel güvenlik aygıtı önemli bir hasar gördüyse, özellikle çevre bölgelerde kontrolü sürdürme yeteneği ciddi şekilde tehlikeye girebilir.

    İran'ın coğrafi kırılganlığı bu riski daha da kötüleştiriyor. Yedi komşusuyla (doğuda Afganistan ve Pakistan, batıda Irak ve Türkiye ve kuzeyde Azerbaycan, Ermenistan ve Türkmenistan) 6.000 km'lik kara sınırını paylaşan İran, 2.700 km'lik bir deniz sınırına sahip.

    Zayıf ama canlı

    İran'ın merkezi hükümeti kontrolünü kaybederse, muhalif grupların militarize edilmiş fraksiyonları, özellikle İran'ın coğrafyası ve toplumsal dinamikleri hakkında yakın bilgiye sahip olanlar harekete geçmeye başlayabilir.

    Bunların başında, Şah'a karşı 1965'te kurulan İran Halk Mücahitleri (MEK) geliyor. Ancak böyle bir yörüngenin yavaş ve düzenli bir çöküşle sonuçlanması pek olası değil.

    Söz konusu olasılıklardan daha makul olanı, uzun süren bir iç savaşın tetiklenmesidir. Bu tamamen ihtimal dışı bırakılamasa da, özellikle mevcut çatışmadan aylar hatta yıllar önce atılmış sürekli, koordineli bir temel olmadığında, böyle bir senaryo pek olası değil.

    Sonuç olarak, rejimin devrilme ihtimali, İsrail ve ABD ile yapılan '12 Gün Savaşı'nın doğrudan bir sonucu olarak görülmesi pek mümkün görünmüyor.

    Yine de İran, nükleer hırsları ve bölgesel nüfuzunun şekillenmeye başladığı 2000'li yılların başından bu yana en zayıf durumda.

    Rejimin ani ve yapılandırılmamış çöküşü, iktidarı ele geçirmek için uygulanabilir ve hazır bir alternatif olmadan, ülkeyi neredeyse kesinlikle kaosa sürükleyecektir.

    Netanyahu neyi tercih ederse etsin, bu ne bölgenin, ne de küresel güçlerin çıkarlarına hizmet etmeyecektir.

    İranlılarla "konuşmak" hakkındaki en son yorumlarından, Trump'ın bunu anlamış olabileceği anlaşılıyor.

     

    İlk Yorumu Sen Yaz
    code