Netanyahu Türkiye'nin Gazze'ye girmesinden neden korkuyor? pic.twitter.com/ifEn7V0V9n
— Popüler Gazete (@populergazeteTR) October 19, 2025
Gazze savaşında ateşkes sürecinin şekillenmesi, bölgedeki güç dengelerini yeniden tanımlarken, Türkiye’nin diplomatik yükselişi, İsrail tarafından dikkatle izleniyor.
İsrail gizli servisi Mossad'ın Terörle Mücadele Birimi eski Başkanı Oded Eilam'a göre Türkiye, artık sadece geçici bir arabulucu değil, ana aktör ve yeni düzenin mimarlarından biri.
Popüler Gazete'nin Samir Arki imzalı analizden aktardığına göre Eilam, Türkiye'nin başlangıçta görüşmelerin dışında olsa da sürece dahil olduktan sonra Katar, Mısır ve ABD’nin sonuç alamadığı noktada ateşkese giden yolu açtığını vurguladı.
Ankara’nın bu başarısının ardında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ABD Başkanı Donald Trump’la kurduğu güçlü iletişim ve pragmatik diplomasi yatıyor.
Trump’ın Şarm el-Şeyh Zirvesi’nde Türkiye’nin rolünü açıkça övmesi, Ankara’nın yalnızca arabulucu değil, sürecin yönlendirici aktörü haline geldiğini gösteriyor.
Trump'ın, "Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hamas ve diğer bazı gruplar konusunda bizzat ilgilendi ve harika bir iş çıkardı" sözleriyle teşekkür etmesi, İsrail açısından ciddi endişelere neden oldu.
Tel Aviv’in kaygıları, savaş sonrasında Gazze’nin yeniden inşası, yönetim yapısının belirlenmesi ve güvenlik düzenlemeleri gibi stratejik konularda Türkiye’nin üstleneceği aktif rolle bağlantılı.
Misgav Enstitüsü uzmanı Noa Lazimi’ye göre, Türkiye'nin Gazze anlaşmasına dahil edilmesi, etkili bir Sünni güç olduğunun ve Filistin meselesinde kapsamlı bölgesel anlaşmaların Ankara'nın katılımı olmadan sağlanamayacağı gerçeğinin kabul edilmesi anlamına geliyor.
Bu durum, son yıllarda etkisini kaybeden Mısır ve bölgesel desteğini yitiren İran karşısında Türkiye’nin yeni bir jeopolitik üstünlük kazandığını gösteriyor.
Ankara, son on yılda Arap Baharı sonrası gerilen ilişkilerini yeniden onarmakla kalmadı; Mısır, Katar ve Körfez ülkeleriyle geliştirdiği diplomatik denge sayesinde bölgesel oyun kurucu haline geldi.
Gazze krizi, bu stratejik dönüşümün görünür hale geldiği bir sınav niteliğinde.
İsrail ise, Türkiye’nin İran gibi ideolojik bir yayılmacılıkla değil, diplomasi ve meşruiyet üzerinden ilerleyen bir nüfuz politikası yürüttüğünü fark etmiş durumda.
Tel Aviv, Ankara'nın stratejisinin kendi planlarıyla çeliştiğini de biliyor.
Türkiye’nin Gazze stratejisinin özünde, en kötü senaryoda silahların teslim edilmesi pahasına bile olsa Gazze Şeridi, halkı ve direnişin korunması yatıyor.
Analize göre Ankara, bu direnişi yalnızca Filistin’in değil, “Anadolu’nun ileri savunma hattı” olarak tanımlıyor.
Erdoğan’ın yaklaşık bir buçuk yıl önce “Kuvayi Milliye ruhuna” yaptığı atıf, bu yaklaşımın ideolojik temelini oluşturuyor.
Bu nedenle Türkiye, Filistin direnişinin tamamen dağılmasına izin vermeden, geçici bir ateşkes aracılığıyla Gazze halkını korumayı ve katliamı durdurmayı hedefliyor olabilir.
Ankara’nın bu yaklaşımı, geçmişte Suriye’de Astana sürecine katılırken izlediği stratejiyi hatırlatıyor.
Türkiye, o dönemde muhalif güçlerin tamamen yok edilmesini önlemek amacıyla çatışmasızlık anlaşmasına dahil olmuştu.
Devrimin son kalesi İdlib'in elden gitmesine yol açabilecek stratejik kayıptan kaçınmayı ve yaklaşık dört milyon Suriyelinin bilinmezliğe göç etmesini sağlamayı umuyordu.
Suriye'nın kuzeyindeki durgunluk, devrimcilerin yeniden toparlanmasına ve derin bölgesel değişimlerin sunduğu fırsatı değerlendirerek kurtuluş sürecini başlatma ve Esed rejimini devirme olanağı sağladı.
Türkiye'nin bugün Gazze’deki rolü de benzer bir dengeye dayanıyor: Direnişi korurken, halkın varlığını ve siyasi zemini kurtarmak.
Dolayısıyla Tel Aviv, Ankara'nın Gazze Şeridi'nde bulunması halinde direnişin altyapısını ortadan kaldırmakla ilgilenmeyeceğinden, daha önce Suriye'de devrimci güçlere verdiği desteği verebileceğinden endişe ediyor.
Aynı zamanda Türkiye'nin Gazzelilerin yerinden edilmelerini engellemesi, İsrail'in Filistinlileri tehcir planına da bir darbe niteliğinde.
Her şey planlandığı gibi giderse Türkiye, Gazze Şeridi'nde görev yapacak uluslararası güce asker gönderecek.
Türkiye’nin Gazze’ye asker göndermesi olasılığı, bu endişeleri daha da artırıyor.
Türk kuvvetlerinin 100 sonra Gazze topraklarına yeniden girmesi, sadece sembolik değil, tarihsel bir dönüşü ifade ederken, İsrail açısından stratejik bir kırılma yaratabilir.
İsrail’deki güvenlik uzmanları ise bu tabloyu tehdit olarak görüyor.
Eli Karmon’a göre, Türkiye’nin Gazze’deki olası askeri varlığı “İsrail’in güvenlik çıkarlarını çevreleyen uzun vadeli bir kuşatma stratejisinin parçası” olarak algılanıyor.
Karmon, Ankara’nın İsrail’e karşı ekonomik boykot, deniz yetki alanı hamleleri ve Arap ülkeleriyle artan koordinasyonu hatırlatarak, Türkiye'nin artık sadece diplomatik değil, ekonomik ve askeri düzeyde de meydan okuduğuna dikkat çekti.
İsrailli uzmanlar, eğer Türkler Gazze içinde bir askeri gücün parçası haline gelirse ve Türk inşaat şirketleri Gazze'nin yeniden inşasına katılırsa, Hamas'ın Gazze içinde tehlikeli bir unsur olarak kalmaya devam edeceğinden endişe ediyor.
İsrailli analist Yaakov Lappin ise, Türkiye’nin “İsrail’i stratejik olarak kuşatmayı hedeflediğini” öne sürerken, terörle mücadele uzmanı Eli Karmon ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin meselesine verdiği önemin Tel Aviv’de giderek daha fazla rahatsızlık yarattığını vurguluyor.
Karmon’a göre, Esed rejiminin devrilmesi ve Suriye’deki iki büyük müttefiki Rusya ve İran'ın etkisini yitirmesi sonucu, Türkiye’nin bölgedeki nüfuzu belirgin biçimde arttı.
Bu durum, İsrail açısından yalnızca Suriye sahasında değil, Akdeniz’in doğusundaki güç dengelerinde de Ankara lehine bir dönüşüme işaret ediyor.
Oded Eilam’ın benzetmesiyle, Akdeniz bir oyun tahtasıysa, Erdoğan çoktan bir vezirden fazlasını yerleştirdi yani koca bir filoyu.
Oded Eilam'a göre Türkiye’nin son on yılda denizaltı, uçak gemisi ve taarruz sistemleriyle deniz gücünü artırmasının yanı sıra, Ortadoğu’daki diğer ülkelerle geliştirdiği stratejik iş birlikleri Tel Aviv’de dikkatle izleniyor.
Tel Aviv’in asıl endişesi, Türkiye ile Mısır arasındaki yakınlaşmanın hız kazanması.
İki ülke arasında artan güvenlik iş birliği, ortak deniz tatbikatları ve diplomatik temaslar, Aksa Tufanı Operasyonu sonrası oluşan yeni jeostratejik yapının en önemli sonuçlarından biri.
Ankara ve Kahire, geçmişteki derin anlaşmazlıkları geride bırakarak, İsrail’in bölgeye yönelik askeri ve siyasi tehditlerine karşı koordineli bir pozisyon geliştirmeye başladı.
Bu yakınlaşma, sadece Gazze’nin geleceğiyle sınırlı değil; Doğu Akdeniz’den Kızıldeniz’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada ortak çıkarların tanımlandığı yeni bir stratejik zemin oluşturuyor.
Türkiye açısından bu, bölgedeki Arap meşruiyetini pekiştiren bir diplomasi; İsrail açısından ise Gazze merkezli bir “jeopolitik kuşatma” anlamına geliyor.
Türkiye, Gazze sürecinde izlediği çok taraflı diplomasiyle sadece Filistin meselesinde değil, bölgenin genel güvenlik mimarisinde de belirleyici bir aktör haline geldi.
Mısır ve Katar’la oluşturulan üçlü koordinasyon, Arap Birliği desteğiyle uluslararası bir zemine oturdu.
Buna karşılık İsrail, Ankara’nın yükselen nüfuzunu dengelemeye, özellikle Mısır’la derinleşen bu ekseni sabote etmeye çalışabilir.
Ancak artık tablo değişti: Gazze’deki ateşkes yalnızca bir savaşın sonu değil, Türkiye’nin bölgesel diplomasi üzerinden inşa ettiği yeni düzenin başlangıcı.
Tel Aviv’in endişesi, bu yeni düzenin İsrail’i çevreleyen bir güvenlik kuşağına dönüşme ihtimalinden kaynaklanıyor ve bu kez oyunun kuralları, Ankara tarafından yeniden yazılıyor.