11 Aralık 2025 Perşembe
DOLAR 42.63 ₺
EURO 49.94 ₺
STERLIN 56.98 ₺
G.ALTIN 5,770.08 ₺
Ç.ALTIN 9,504.55 ₺
BTC 89,941.26 $
ETH 3,101.90 $
BİST 0.00
    SON DAKİKA

    Muhaliflerin zaferi, Esed rejiminin "böl ve yönet" stratejisini bozdu mu?

    SiyasetDünyaÇeviri Haberler
    Yayınlama: 10 Aralık 2025 Çarşamba 19:11 Kaynak: Haber Merkezi

    Devrim sırasında farklı şehirlerden yükselen seslerin tek bir sloganda buluşması, Suriyelilerin özünde aynı aidiyeti ve vatan sevgisini taşıdığını ortaya koydu.

    Muhaliflerin zaferi, Esed rejiminin "böl ve yönet" stratejisini bozdu mu?

    Suriyeli muhalif devrimcilerin en bilinen ve en güçlü sloganlarından biri, kuşkusuz, “Bir, bir, bir, Suriye halkı birdir” sözleriydi.

    Bu ifade, yalnızca bir protesto sloganı değil; rejimin onlarca yıl süren bölme politikalarına karşı halkın ortak kimlik arayışının sembolü haline geldi.

    Popüler Gazete'nin Al Araby Al Jadeed gazetesinden aktardığına göre devrim sırasında ortaya çıkan birçok slogan zamanla unutulsa da, bu söz hala hem Suriyelilerin hafızasında hem de günlük yaşamında canlılığını koruyor.

    Ne zaman ülkenin bütünlüğü tehdit edilse, toplumsal ayrışma riski ortaya çıksa, Suriyeliler yeniden “Suriye halkı birdir" sözlerine sarılıyor.

    Hafız Esed'in “Böl ve yönet” mirası

    Bu slogan basit bir söylem değildi.

    Devrimciler, rejimin on yıllardır yürüttüğü politikaların Suriye’yi mezhepler ve etnik gruplar üzerinden parçaladığını çok iyi biliyordu.

    Esed rejiminin ördüğü bu duvarları yıkmanın tek yolu, ortak bir ulusal kimliği yeniden inşa etmekti.

    Hafız Esed’in “böl ve yönet” anlayışı, toplumsal uyumu bir tehdit olarak görmesiyle başlamıştı.

    1970’te askeri darbeyle iktidara gelen Hafız Esed, farklılıklarla zengin ama nispeten uyumlu bir toplumu devralmıştı.

    Ancak ona göre kalıcı bir iktidarın yolu, toplumun içten bölünmesinden geçiyordu. Bu nedenle  tarih boyunca sömürgeci güçlerin başvurduğu “böl ve yönet” politikasını hayata geçirdi.

    Kırsal ile şehir arasındaki uçurum derinleştirildi. Nusayri topluluklar başkent Şam’ın çevresine yerleştirilerek demografik yapı değiştirildi.

    Ekonomik imkanlar tek bir merkezden dağıtıldı, gençlerin ordu ve güvenlik yapısına bağımlı hale gelmesi sağlandı. Böylece toplumun kaderi rejime bağlı hale getirildi.

    Bu politikalar sonucu büyük güce erişen Nusayriler baskıya başvurdu.

    Ülkede Nusayriler ile Suriye toplumunun geri kalanı arasında uzun yıllar tamir edilmesi güç bir uçurum oluştu.

    Kürtler, kültürel ve siyasi haklardan mahrum edildi, Kürtçe konuşmak dahi cezalandırıldı.

    Ülkenin doğal zenginliklerine sahip Rakka, Deyr ez-Zor ve Haseke ise bilinçli bir şekilde ihmal edildi.

    Beşşar Esed’in devraldığı “parçalanmış kimlik”

    Babasının ölümünün ardından iktidarı devralan Beşşar Esed, bu politikaları yumuşatmak bir yana, daha da sertleştirdi.

    Suriye kimliğini ortak bir payda olmaktan çıkarıp, korku ve sadakat üzerine kurulu bir sisteme dönüştürdü.

    Hristiyanlar, olası bir değişimin kaos getireceğine ikna edildi. Sünni çoğunluk, potansiyel bir tehdit olarak kodlandı.

    Rejim karşıtı tutum gösteren şehirler sistem dışına itildi, ekonomik ve siyasi olarak cezalandırıldı.

    Ordunun adı “Suriye Arap Ordusu” olsa da, fiiliyatta bu yapı yalnızca Esed ailesinin güvenlik kalkanına dönüşmüştü.

    Bu süreçte “vatan” kavramı da aşındı. Ulusal kimlik korkuya, sadakat ise bir hayatta kalma refleksine dönüştü.

    Rejim, her türlü muhalefeti “ihanet” ile özdeşleştiren bir düzen kurdu.

    Esed ailesi, kendisine karşı herhangi bir hareketi bastırmak için iyi düşünülmüş bir plan tasarlamıştı. Bu plan, halkı çatışan mezheplere bölmeye dayanıyordu.

    Eski rejim, her kalbe aşıladığı korkunun onu koruyabileceğine inanıyordu.

    2011’de korku duvarı yıkıldı

    Şubat 2011’e gelindiğinde ise Suriyelilerin sabrı tükendi.

    Arap Baharı’nın etkisiyle sokaklara çıkan göstericiler, yılların sessizliğini “Suriye halkı aşağılanmayacak” sloganıyla bozdu.

    Bu söz, Dera’dan Halep’e, Haseke’den İdlib’e kadar tüm şehirlerde aynı anda yankılandı.

    Rejimin onlarca yıllık korku duvarı bir anda çöktü.

    Şehirler birbirini yeniden keşfetti, mezhepler, etnik kimlikler ve bölgeler arasındaki duvarlar kısa sürede eridi.

    Ortaya çıkan ortak milliyetçilik duygusu, devrimin en güçlü motoru oldu. “Suriye halkı birdir” sloganı tam da bu nedenle devrimci hareketin kalbine yerleşti.

    Savaş yaşanırken bütün o karanlığın içinde bile birlik sloganı, bir umut ışığı olarak varlığını sürdürdü.

    Uzmanlara göre, mezhepsel ayrışmanın, korkunun ve dayatılmış kimliklerin sona erdiği bir dönemde “tek halk” bilinci, hem geçmişin yaralarını sarmanın hem de geleceği şekillendirmenin anahtarı olabilir.

    Suriye’nin yakın tarihi, korkuya dayalı yönetimin ve kimlik parçalanmasının ülkeyi nasıl felakete sürüklediğini açıkça gösterdi. Ancak aynı zamanda, halkın ortak bir hedef etrafında birleştiğinde neleri başarabileceğini de kanıtladı.

    Devrim sırasında farklı şehirlerden yükselen seslerin tek bir sloganda buluşması, Suriyelilerin özünde aynı aidiyeti ve vatan sevgisini taşıdığını ortaya koydu.

    Bugün ülkenin geleceği, bu birlik duygusunun korunmasına bağlı.

    Eğer mezheplerin, etnik kimliklerin ve bölgesel çıkarların ötesinde yeniden bir “tek millet” anlayışı benimsenebilirse, Suriye hem iç barışını hem de uluslararası saygınlığını yeniden kazanabilir.

    Aksi halde, geçmişin yarattığı bölünmüşlük yeniden canlanacak ve herkes aynı yıkımın bedelini ödemeye devam edecek.

     

    İlk Yorumu Sen Yaz
    code