Hollanda merkezli İran Tutumlarını Analiz ve Ölçme Grubu’nun (GAMAAN) son araştırması, İran toplumunda din-devlet ilişkilerine dair köklü bir dönüşüme işaret ediyor.
Araştırmaya göre İranlıların yüzde 73’ü din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını istiyor.
İran İslam Devrimi’nin üzerinden 47 yıl geçerken, bu tablo molla rejiminin siyasal otoritesine yönelik toplumsal rızanın ciddi biçimde aşındığını ve halkın büyük bir kesiminin İran’ın laik bir yapıya kavuşmasını talep ettiğini ortaya koyuyor.
Popüler Gazete'nin Iran International gazetesinden aktardığı analize göre bu eğilim dindarlığın ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Aksine, kişisel inanç toplumun geniş kesimlerinde varlığını sürdürüyor.
İran’da yaşanan süreç, “dinin sonu”ndan ziyade, devlet eliyle dayatılan dini kurallardan bireysel ve seçilmiş inanca geçiş olarak okunuyor.
Nitekim Dünya Değerler Araştırması’na (WVS) göre halkın yüzde 96’sı kendisini Müslüman olarak tanımlarken, ateist olduğunu söyleyenlerin oranı yalnızca yüzde 1,3 seviyesinde bulunuyor.
Ancak özellikle gençler arasında siyasi memnuniyetsizliğin en yüksek düzeylere ulaşması, din algısını da dönüştürmüş durumda.
Bu kesimler için din, artık manevi bir referans olmaktan çok, devletin özel hayata müdahalesinin sembolü olarak görülüyor.
Zorunlu başörtüsü, ahlak polisi uygulamaları ve bireysel davranışların denetlenmesi, geniş bir toplumsal kesim açısından dini bir inanç sisteminden ziyade bir kontrol mekanizmasına dönüşmüş durumda.
Bu kırılma, 2022 yılında başörtüsünü “uygun takmadığı” gerekçesiyle Ahlak Polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden Mahsa Amini’nin ardından patlak veren protestolarla açık biçimde görünür hale geldi.
Protestolarda yükselen sloganlar, hiçbir zaman doğrudan inanca yönelmedi tepkiler, devletin dini zorla uygulamasına karşı şekillendi.
Bu çerçevede İran’da ortaya çıkan tablo dikkat çekici bir paradoks barındırıyor.
Teokrasi, reform yoluyla değil, baskı yoluyla bölgenin en güçlü laikleşme süreçlerinden birini tetiklemiş görünüyor.
Dini yönetim ne kadar sert biçimde dayatıldıysa, toplum da inancı devletten o denli net biçimde ayırma eğilimine girdi.
Bugün İran, kişisel ve seçilmiş inanç ile devlet tarafından zorunlu kılınan din anlayışı arasında bir yerde duruyor.
Kadınların başörtüsü takmadan sokakta dolaşması, dindar ailelerin çocuklarını resmi dini kurumlar yerine evde eğitmeyi tercih etmesi, dinin kamusal alandan özel alana doğru çekildiğini gösteren somut işaretler olarak öne çıkıyor.
Bu dönüşümün son yansımalarından biri ise, dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in danışmanlarından Ali Şamkani’nin kızının düğününde çekilen görüntülerle ortaya çıktı.
Sızan videolarda gelinin zorunlu başörtüsü takmaması, batılı tarzda bir gelinlik giymesi ve davete katılan çok sayıda kadının başı açık olması, ülkede uzun süredir uygulanan katı başörtüsü zorunluluğuyla açık bir çelişki oluşturdu.
Görüntüler, toplumda elit kesim ile sıradan vatandaşlar arasında çifte standart uygulandığı yönündeki eleştirileri alevlendirdi.
Sokakta başörtüsü nedeniyle baskıya uğrayan, cezalandırılan ya da gözaltına alınan kadınlarla, iktidar çevrelerinin ailelerine tanınan fiili özgürlük arasındaki fark, rejimin dini kuralları ahlaki bir ilke olarak değil, itaati sağlamak için seçici biçimde kullandığı algısını güçlendirdi.
Bu yönüyle Şamkani olayı, zaten var olan laiklik taleplerini besleyen sembolik bir kırılma noktası haline geldi.
İran kamuoyunda giderek daha yüksek sesle dile getirilen ortak talep ise netleşiyor: İnancın bireysel bir tercih olduğu, devletin ise tüm vatandaşlara eşit mesafede durduğu laik bir düzen.
Sonuç olarak İran’da yaşanan toplumsal dönüşüm, dinden kopuşu değil, dinin siyasal iktidarın denetim aracından çıkarılmasına yönelik güçlü bir talebi yansıtıyor.
Halkın geniş kesimleri, inancın bireysel alanda yaşandığı; devletin ise dini tanımlayan, dayatan ve cezalandıran bir aktör olmaktan çıktığı bir düzen istiyor.
Bu eğilim, zorunlu uygulamalara karşı sessiz direnişten açık toplumsal itiraza uzanan geniş bir yelpazede kendini gösteriyor.