Geçtiğimiz yıl, büyük ölçüde İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) eylemleri nedeniyle, modern Arap tarihinin en istikrarsız ve en şiddetli dönemlerinden biri olarak kayda geçti.
Popüler Gazete’nin, Muhammed Elmasry imzalı analizden aktardığına göre İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım savaşı ve yayılmacı askeri politikalarının yanı sıra BAE’nin Sudan’daki Hızlı Destek Kuvvetleri’ne (HDK) verdiği destek, Yemen, Libya ve Somali’de izlediği politikalarla birleşerek bölgesel istikrarsızlığı daha da derinleştirdi.
Her iki ülke de uzun süredir, başka devletleri parçalayarak veya zayıflatarak kendi bölgesel nüfuz alanlarını genişletme stratejisi izliyor.
Bu çerçevede 2025 yılı boyunca Arap ülkeleri, İsrail ve BAE kaynaklı saldırganlıklara karşı ya bu baskıları absorbe etmek, ya barış için arabuluculuk yapmak ya da mevcut jeopolitik ittifaklarını yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı.
Söz konusu iki ülkenin ne ölçüde dizginlenebileceği ise Arap coğrafyasının 2026’daki genel tablosunu doğrudan etkileyecek kritik bir unsur olarak öne çıkıyor.
BAE, son yıllarda çeşitli devlet dışı Arap ayrılıkçı hareketlerini destekleyerek nüfuz alanını genişletmeye çalışıyor.
Sudan, Yemen, Libya ve Somali’de somutlaşan bu strateji, pek çok Arap ülkesini daha da bölüp zayıflatırken, Abu Dabi’ye sahada etkili kontrol mekanizmaları kurma imkanı sağladı.
Nitekim 2025 boyunca BAE, HDK'nin sivillere yönelik ve soykırım boyutuna varan kitlesel vahşet eylemlerine rağmen Sudan’da bu grubu silahlandırmayı sürdürdü.
Ayrıca HDK kontrolündeki bölgelerde askeri üsler bulundurduğu da biliniyor.
Yemen’de ise BAE, ülkeyi fiilen bölmeyi ve İsrail’le yakınlaşmayı hedefleyen ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi’ni destekliyor.
Güney Geçiş Konseyi'nin bağımsızlık ilanına yaklaşması, Yemen’in onlarca yıl sonra ilk kez resmen bölünmesi ihtimalini gündeme getiriyor.
Libya’da da BAE’nin, Trablus merkezli ve uluslararası alanda tanınan hükümete karşı mücadele eden Halife Hafter'e verdiği destek devam ediyor.
Son raporlar, Hafter'in BAE adına Sudan'daki HDK’ye yakıt sağladığını öne sürüyor.
Buna ek olarak BAE, Somaliland ve Puntland’a, Mogadişu merkezli Somali hükümetine karşı yürüttükleri mücadelede kritik destek sunuyor.
Bu hamleler, BAE’nin Sudan, Yemen ve Somali’de askeri varlığını önemli ölçüde genişletmesine imkan tanıdı.
Sudan’daki üslerin yanı sıra Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nde kurulan yeni askeri tesisler, Abu Dabi’nin bölgesel güvenlik mimarisindeki rolünü pekiştirdi.
Fırat ile Nil nehirleri arasındaki geniş coğrafyanın Allah tarafından İsrail’e vaat edildiğini savunan “Büyük İsrail” vizyonu, Tel Aviv’in "böl ve yönet" politikasının ideolojik temelini oluşturuyor.
Bu hedef İsrail siyasetinde köklü bir geçmişe sahip olmakla birlikte, son dönemde ilk kez bu denli açık biçimde dile getiriliyor.
Başbakan Binyamin Netanyahu’nun, Büyük İsrail’i gerçekleştirmeye yönelik “tarihi ve manevi misyonu”ndan söz etmesi bu yaklaşımın somut göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Bu doğrultuda İsrail, iki yılı aşkın süredir Gazze’yi sistematik biçimde yıkıma uğratıyor.
Akademisyenler, uzmanlar ve insan hakları örgütlerinin büyük çoğunluğu bu süreci soykırım olarak tanımlarken, İsrail’in temel amacının Filistin nüfusunu ortadan kaldırmak ve toprakların mümkün olan en geniş bölümünü ele geçirmek olduğu giderek daha net hale geliyor.
İsrail Genelkurmay Başkanı’nın, Trump yönetiminin Gazze ateşkes planında geri çekilme hattı olarak belirtilen “Sarı Hat”ın yeni bir İsrail sınırı olacağını söylemesi de bu niyetin askeri düzeydeki ifadesi olarak görülüyor.
Benzer bir politika Batı Şeria’da da izleniyor.
2025’te toprak gaspları, ev yıkımları ve yasadışı yerleşimlerin genişletilmesi hız kazanırken, Batı Şeria’yı fiilen ikiye bölecek E1 yerleşim projesinin onaylanması bu sürecin en kritik adımlarından biri oldu.
İsrail Maliye Bakanlığı’nın önümüzdeki beş yıl için yerleşimlerin genişletilmesine 840 milyon dolar ayırması, Filistinlileri topraklarından silme girişiminin artık örtülü değil, açık ve sistematik bir devlet politikası haline geldiğini ortaya koyuyor.
Büyük İsrail vizyonu doğrultusunda İsrail, Lübnan ve Suriye’nin önemli bölgelerini de hukuka aykırı biçimde işgal etmeyi sürdürüyor.
Kasım 2024’te Hizbullah’la varılan ateşkese rağmen, 2025 boyunca Lübnan topraklarına yüzlerce saldırı düzenlendi.
Suriye’de ise Aralık 2024’te Beşşar Esed'in devrilmesiyle başlayan kırılgan geçiş sürecine rağmen, İsrail yüzlerce “sebepsiz” saldırı gerçekleştirdi.
Cumhurbaşkanı Ahmed Şara liderliğindeki geçiş yönetimi başından itibaren İsrail’le çatışma istemediğini vurgulasa da, Tel Aviv’in hedefinin Suriye’yi bölmek, zayıflatmak ve İsrail’in genişlemesi için uygun bir alan haline getirmek olduğu değerlendirmesi yapılıyor.
Bu bağlamda, işgal altındaki Golan Tepeleri’ni Fırat bölgesine bağlamayı amaçlayan ve “Davut Koridoru” olarak adlandırılan plan, devasa bir toprak gaspı girişimi olarak görülüyor.
İsrail, 2025’te Yemen, Tunus ve Katar’a da saldırılar düzenledi. Haziran ayında ise İran’a karşı gerçekleştirilen ortak İsrail-ABD askeri harekatına Arap ülkelerini hedef alan yeni operasyonlar ekledi.
Tüm bu süreç, 2020’de imzalanan normalleşme anlaşmasının ardından İsrail ile BAE arasındaki yakın iş birliğiyle de paralel ilerledi.
İki ülke ekonomik bağlarını derinleştirirken, istihbarat paylaşımı ve Yemen politikası başta olmak üzere pek çok alanda koordinasyonu artırdı, Sudan ve Somaliland konularında da benzer pozisyonlar benimsedi.
Her ne kadar zaman zaman gerilimler yaşansa da, Filistin meselesinde İsrail ve BAE’nin tutumlarının büyük ölçüde örtüştüğü görülüyor.
Trump’ın Filistinlilerin toplu sınır dışı edilmesini içeren Gazze planına BAE’nin açık kapı bırakması, bu uyumun somut örnekleri olarak gösteriliyor.
Genel tabloda, Arap dünyasında çok sayıda kriz yaşansa da, Gazze ve Sudan’daki gelişmelerin bölge açısından en belirleyici sonuçları doğurması bekleniyor.
BAE hariç pek çok Arap devleti, Doğu Kudüs’ün başkent olduğu, Gazze ve Batı Şeria’yı kapsayan yaşanabilir ve bitişik bir Filistin devletinin kurulması için ABD öncülüğünde diplomatik bir süreç talep etse de, İsrail’in uzlaşmaz tutumu bu ihtimali giderek zayıflatıyor.
Öte yandan Arap hükümetleri, İsrail’in ihlallerine, Filistin’in işgaline ve normalleşme süreçlerine karşı Arap kamuoyundaki güçlü muhalefetin de farkında.
Bu nedenle önümüzdeki dönemde Suudi Arabistan, Mısır ve Katar gibi ülkelerin ABD üzerindeki nüfuzlarını ne ölçüde kullanacağı, 2026’da Gazze’de yaşanacakların seyrini belirleyebilir.
Sudan’daki tablo da en az Gazze kadar kritik görülüyor.
150 bini aşkın insanın hayatını kaybettiği, milyonlarcasının yerinden edildiği insani krizin ortasında Arap hükümetlerinin, Sudan ordusunun neredeyse tamamen BAE destekli HDK’ye karşı tek başına mücadele etmesine ne kadar daha göz yumacağı belirsizliğini koruyor.
Benzer şekilde Suriye’de, Esed'in devrilmesinin birinci yılına girilirken, geçiş yönetiminin ekonomik krizi nasıl yöneteceği ve ABD’nin İsrail’in müdahaleleri karşısında Suriye’nin egemenliğine ne ölçüde sahip çıkacağı da yakından izleniyor.
Sonuç olarak, Arap dünyasında yanıt bekleyen pek çok soru bulunuyor. Ancak belki de en kritik mesele, İsrail ve BAE’nin 2026’da gerçek bir bölgesel ya da uluslararası dirençle karşılaşıp karşılaşmayacağı ya da mevcut istikrarsızlaştırıcı etkilerini sürdürmelerine izin verilip verilmeyeceği sorusu olarak öne çıkıyor.