İran, Dini Lider Ali Hamaney’in iktidarının sonuna yaklaşırken 40 yılın ardından ilk kez ciddi bir rejim değişimi olasılığıyla karşı karşıya.
İsrail ile Haziran ayında yaşanan 12 günlük savaş, rejimin askeri ve ideolojik yapısındaki kırılganlığı açığa çıkardı.
Popüler Gazete'nin Karim Sadjadpour imzalı analizden aktardığına göre Hamaney döneminde İran, devrimci ideolojisine bağlı kalarak hem iç hem dış politikada reformları reddetti. Ancak bu çizgi, ülkeyi derin ekonomik kriz, toplumsal hoşnutsuzluk ve kurumsal çürüme içine sürükledi.
Son iki yılda ise, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail'e düzenlediği Aksa Tufanı operasyonu ve ardından savaşın patlak vermesinden bu yana İran'ın en yakın askeri ve siyasi destekçileri etkisiz hale getirildi.
Bölgesel vekilleri sekteye uğradı. İnanılmaz bir maliyetle inşa ettiği devasa nükleer girişimi enkaz altında kaldı.
Bugün İran, dünyanın en ağır yaptırımları altında, en kirli havasına ve en değersiz para birimlerinden birine sahip ülkelerden biri.
Elektrik ve su kesintileri günlük hayatın vazgeçilmezleri haline geldi.
Rejimin "Amerika'ya ölüm" ve "İsrail'e ölüm" diyen değişmez sloganları, önceliğinin kalkınma değil, meydan okuma olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Devrimin temel sembollerinden biri olan ve rejimin ilk dini lideri Humeyni'nin bir zamanlar "devrimin bayrağı" olarak adlandırdığı zorunlu başörtüsü kuralına artık uyulmuyor.
İran'ın bu noktaya nasıl geldiğini anlamak için, Hamaney'in 36 yıllık iktidarının ilkelerini incelemek gerekiyor.
Hamaney'in ilkeleri iki temele dayanıyordu: Yurt içi ve dışında devrimci ilkelere sarsılmaz bağlılık ve siyasi reformları açıkça reddetme.
Hamaney'in yaşı ve katılığı, İran'ı uzun süreli bir çöküş ve ani bir çalkantı arasında sıkışmış halde bıraktı.
Bu nedenle Hamaney gittikten sonra, birçok olası gelecek öngörülebilir.
İran yaklaşık 50 yıldır ideolojiyle yönetildi; ancak geleceği her şeyden önce de muazzam kaynaklara sahip olmasına rağmen göz korkutucu zorluklarla karşı karşıya olan bir ülkeyi en etkili şekilde kimin yönetebileceğine bağlı olacak.
Hamaney sonrası dönemde İran’ın gidişatına ilişkin birçok senaryo tartışılıyor.
Birinci senaryo, Rusya benzeri bir model.
Bugünkü İran rejimi, Sovyetler Birliği'nin son dönemlerine benzetiliyor. Tükenmiş ideolojisini baskı yoluyla sürdürüyor, katılaşmış liderliği reformdan korkuyor ve toplumu devletten büyük ölçüde uzaklaşmış durumda.
Hamaney'in ardından Rusya gibi devletin ideolojik temellerinden uzaklaşarak milliyetçi, güçlü bir lider etrafında yeniden şekillenmesi mümkün olabilir.
Bu durumda İran, “devrimci ideoloji” yerine “devletin bekasını" esas alan otoriter ama pragmatik bir çizgiye kayabilir.
İkinci olasılık, Çin tarzı bir geçiş.
Bu senaryoda rejim, temel ilkelerini korur ancak ekonomik açılıma ve Batı ile sınırlı yakınlaşmaya izin verir. İdeolojik sertliğini yumuşatmadan hayatta kalmaya çalışır.
Yine de İran, Çin'in yolunu izlemekte zorlanabilir. Çin'in muazzam işgücü, yüz milyonlarca insanı yoksulluktan kurtarmasını sağlayarak devlete yeni bir meşruiyet ve halkın güvenini kazandırdı.
Rejim ise, maddi iyileştirmeler sağlamadan ideolojisini terk ederse, yeni destekçiler kazanamadan mevcut tabanını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır.
Üçüncü ihtimalde ise, İran ideolojisini ulusal çıkarların önüne koymaya devam ederse, geleceği Kuzey Kore'nin bugünkü haline benzeyebilir.
Kuzey Kore benzeri bir kapalı rejimin olması halinde ideolojik katılık sürer, ülke dünyadan tamamen izole olur. Bu senaryo, İran’ı uzun vadeli bir tecrit ve yoksullaşma sürecine sokabilir.
Dördüncü senaryo da Pakistan modeli. Burada Devrim Muhafızları, din adamlarını gölgede bırakarak ülkenin fiili yöneticisi haline gelir ve “orduya ait bir devlet” yapısı oluşur.
Bugün, Devrim Muhafızları İran'ın nükleer programını denetliyor, bölge genelinde vekalet milislerini komuta ediyor ve ekonominin geniş kesimlerine hakim.
Beşinci olasılık, Türkiye modeli. Analize göre toprak, nüfus, kültür ve tarih açısından İran'ın Türkiye'den daha yakın bir "kuzeni" yok.
İran'da benzeri bir milliyetçi-popülist dönüşüm yaşanabilir, güçlü bir halk desteğine dayalı, demokratik ancak otoriter eğilimleri koruyan bir yönetim biçimi gelişebilir.
Son olarak altıncı senaryoda, Pehlevi hanedanının dönüşü bazı çevrelerde dile getiriliyor. Ancak Reza Pehlevi’nin halk nezdinde geniş bir desteğe sahip olmadığı görülüyor; bu nedenle dönüşü, sembolik bir nostaljiden öteye geçmeyebilir.
İran’daki mevcut toplumsal atmosfer, halkın siyasi söylemlerden, ideolojik sembollerden ve kişisel lider kültlerinden bıktığını açık biçimde gösteriyor.
İranlılar artık ne devrim sloganlarına ne de “demokrasi” vaadiyle süslenmiş boş sözlere inanıyor.
Halkın öncelikli beklentisi, ekonomik itibarı yeniden tesis edecek, iyi yönetilen, şeffaf ve hesap verebilir bir hükümet.
En büyük arzuları, yaşamlarının her alanını –ne giyeceklerinden ne tüketeceklerine, nasıl seveceklerinden kime inanacaklarına kadar– belirleyen devlet müdahalesinden uzak, sade ama “normal” bir hayat sürdürebilmek.
Analize göre İran rejminin yarım asırlık iktidarı, ülke için hem ekonomik hem de toplumsal açıdan kayıp yıllar anlamına geldi.
Aynı dönemde Basra Körfezi’ndeki komşular, küresel finans, ticaret ve teknoloji merkezlerine dönüşürken, İran kaynaklarını başarısız bölgesel müdahalelere ve nükleer programa harcadı.
Rejim, en büyük zenginliği olan halkının potansiyelini baskı altına alarak, enerjisini içeride toplumsal kontrol, dışarıda ise ideolojik nüfuz arayışına yöneltti.
Sonuçta İran, tarihinin en kritik eşiğinde duruyor.
Değişim kaçınılmaz; ancak bu değişimin ülkeyi bahara mı yoksa yeni bir kışa mı sürükleyeceğini, rejimin vereceği kararlar belirleyecek.