Güney Afrika, Aralık 2023’te, İsrail’i Gazze’deki Filistin halkına karşı soykırım yaptığı gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) dava etti.
Popüler Gazete’nin Sondos Asem imzalı analizine göre, davanın açılmasından birkaç hafta sonra yapılan ilk duruşma, İsrail’in savaşı dünya sahnesinde ilk kez resmen sorgulandığı için geniş ilgi topladı.
Aradan geçen neredeyse iki yıla rağmen, dünyanın en yüksek yargı organı olan UAD hala davayı görüşmeye devam ediyor ve yakın gelecekte bir karar çıkması beklenmiyor.
Gazze Sağlık Bakanlığı verilerine göre, ilk duruşma sırasında ölü sayısı 24 binin biraz altındayken, bugün bu rakam iki kattan fazla artarak en az 65 bine ulaştı.
Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki bir soruşturma komisyonu, geçtiğimiz hafta, İsrail’in bugüne kadar yürüttüğü savaş hakkında “en önemli rapor” olarak nitelendirilen bir rapor yayımladı.
Raporda, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de soykırım yaptığı sonucuna varıldı.
Komisyona göre, İsrail’in savaşta uluslararası hukukun tanımladığı beş soykırım eyleminden dördünü gerçekleştirdiğine dair kanıtlar mevcut.
Güney Afrika, UAD’den, İsrail’in soykırım eylemlerinden kaçınması ve bunları önlemesi için “geçici tedbirler” almasını talep etti.
Mahkeme de İsrail’e, soykırım eylemlerini önlemesi, yardım ve temel hizmetlerin kesintisiz sağlanması ve Refah’taki askeri operasyonların derhal durdurulmasını içeren üç tedbir kararı yöneltti.
Kararlar hukuken bağlayıcı olsa da İsrail şimdiye dek iddiaları reddetti ve tedbirleri büyük ölçüde uygulamadı.
Bu tür karmaşık davalarda, UAD'nin bir karara varması genellikle yıllar alıyor.
Güney Afrika ile İsrail arasındaki dava için öngörülen dört yıllık süre, Gazze'de yaşananların ciddiyeti ve aciliyeti göz önüne alındığında uzun gibi görünse de, UAD standartlarına göre nispeten hızlı.
UAD standartlarına göre, 2027 sonu veya 2028 başında çıkacak bir karar “asgari süre” olarak görülüyor.
Bosna-Sırbistan (1993–2007) ve Hırvatistan-Sırbistan (1999–2015) davaları örneğinde olduğu gibi, benzer davalar on yılı aşan sürelerde sonuçlanmıştı.
19 Eylül 2025 itibarıyla Kolombiya, Libya, Meksika, İspanya, Türkiye, Şili, Maldivler, Bolivya, İrlanda, Küba ve Brezilya davaya müdahil oldu.
Müdahil devletler, hem insani gerekçelerle hem de uluslararası hukuk normlarının korunması adına sürece destek verdiklerini belirtiyor.
Özellikle İspanya ve İrlanda gibi Avrupa ülkelerinin katılımı, Batı blokunda İsrail’e yönelik desteğin tek sesli olmadığını ortaya koyuyor.
Latin Amerika’dan Kolombiya, Şili, Bolivya, Küba ve Brezilya’nın müdahil olması ise, bölgesel dayanışmanın güçlendiğini ve İsrail’e karşı küresel ölçekte artan diplomatik baskının bir parçası olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin katılımı ise, Ankara’nın uzun süredir dile getirdiği Filistin meselesindeki politik söylemlerini uluslararası hukuk alanına taşıma çabası olarak değerlendiriliyor.
UAD’nin İsrail aleyhine vereceği bir karar, tarihi bir nitelik taşıyacak.
Bugüne kadar hiçbir devletin Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ederek soykırım işlediğine hükmedilmedi.
2007’deki Sırbistan kararında, ülkenin Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği tespit edilmiş ancak doğrudan soykırım suçlaması yöneltilmemişti.
UAD’nin olası bir ihlal kararı, İsrail’in tüm soykırım niteliğindeki eylemleri durdurmasını, tekrar etmeyeceğini garanti etmesini ve Filistinli mağdurlara tazminat ödemesini zorunlu kılacak.
Bu tazminatlar arasında zorla yerinden edilenlerin güvenli geri dönüşü, insan haklarına saygı, ayrımcılıktan korunma ve Gazze’nin yeniden inşası da yer alıyor.
Ancak UAD kararlarını uygulama yetkisine sahip değil.
Karar, BM Güvenlik Konseyi’ne iletilecek ve burada ABD’nin veto ihtimali öne çıkıyor.
Bu durumda BM Genel Kurulu’nun “Barış İçin Birleşme” kararıyla diplomatik, ekonomik veya askeri tedbir çağrısında bulunması gündeme gelebilir.
Siyasi açıdan bakıldığında, UAD’nin İsrail’e karşı vereceği bir soykırım kararı, müttefikleri üzerinde ağır baskı yaratacak.
Silah transferleri ve diplomatik desteklerin askıya alınması yönünde çağrılar artarken, İsrail’in uluslararası izolasyonu da derinleşebilir.
Aynı zamanda AB, Afrika Birliği veya Arap Birliği üzerinden yaptırım ve ambargo taleplerinin çoğalması beklenebilir.
Hukuki düzlemde ise, bu karar Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki (UCM) süreçleri güçlendirebilir.
Netanyahu dahil İsrail liderleri hakkında çıkarılan mevcut tutuklama emirlerine, soykırım suçlamalarının eklenmesi ihtimali gündeme gelebilir.
Ayrıca, evrensel yargı yetkisi kapsamında ulusal mahkemelerde yeni davaların açılması da olasıdır.
UAD’de devam eden Güney Afrika–İsrail davası, yalnızca Gazze’deki savaşın yargısal boyutunu değil, aynı zamanda uluslararası sistemin krizlere verdiği yanıt kapasitesini de gözler önüne seriyor.
Sürecin uzaması, İsrail açısından zaman kazandırıcı bir işlev görürken, Filistinliler için her geçen gün daha ağır insani bedeller anlamına geliyor.
Davaya katılan ülkelerin artması, küresel ölçekte bir vicdani konsensüsün oluştuğunu gösterse de, kararların uygulanabilirliği büyük ölçüde uluslararası güç dengelerine bağlı olacak.
Özellikle ABD’nin veto kartı, UAD’nin vereceği olası kararların sahada somut karşılık bulmasını engelleyebilir.
Bununla birlikte, İsrail aleyhine çıkacak bir kararın sembolik ve siyasi etkisi küçümsenemez.
Böyle bir hüküm, İsrail’in uluslararası alandaki meşruiyetini zedeleyecek, müttefiklerini zor durumda bırakacak ve küresel kamuoyunda baskı mekanizmasını güçlendirecektir.