ABD-İsrail ilişkilerinde, ister kurumsal düzeyde, ister hükümetler arasında olsun, her türlü gerginliğin Filistinliler ve Araplar açısından memnuniyet verici olduğu şüphesiz.

Zira ABD'nin İsrail'e verdiği sınırsız destek, başta Filistinliler olmak üzere bir çok bölgedeki saldırganlığı ve suçlarını sürdürmesini mümkün kılıyor.

Çıkarlar farklılaştığında ve öncelikler değiştiğinde, ABD-İsrail ilişkilerinin baskı ve dalgalanmalara maruz kaldığı doğrudur.

Popüler Gazete'denin Al Araby Al Jadeed gazetesinden aktardığı analize göre Washington'un daha önce de Tel Aviv'e "kırmızı kart" gösterdiğine dair birçok emsal var. Ancak yakın gelecekte ABD ile İsrail arasında kesin bir kopuş ihtimali de abartılı bir bakıştır.

Dolayısıyla, aralarındaki çıkar çatışmasının sakin, objektif ve gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi, ABD'nin yakın zamanda İsrail'i terk edeceği yanılgısına düşülmemesi gerekir.

Aynı zamanda, ABD'nin İsrail'e yönelik sarsılmaz desteğinde bazı çatlaklar olması da mümkündür.

Bu bağlamda, ABD ve İsrail medyasında son zamanlarda Trump yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında giderek artan gerginliğe dikkat çekildi.

Bu durum, tarafların öncelikleri ve politikalarının ayrıştığı birçok konuda açıkça ortaya çıktı.

Bu konuların başında Trump yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında İran'ın nükleer meselesinin nasıl ele alınacağı konusunda yaşanan anlaşmazlık geliyor.

Trump, İran'ın nükleer silah edinmesini engellemek için Tahran ile müzakereleri tercih ederken, Netanyahu bu hedefe ulaşmak için ABD ile birlikte İran'a saldırmak istiyor.

Buna ek olarak, ABD'nin Yemen'deki Husi grubuyla yaptığı ateşkes anlaşması da İsrail'in büyük tepkisine neden oldu.

Çünkü bu anlaşma, Husilerin İsrail'e yönelik füze saldırılarını veya İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırıları nedeniyle Kızıldeniz'deki gemilerinin hedef alınmasını durdurmuyor.

Gerginliğe neden olan olaylardan bir diğeri de, Washington'un Tel Aviv'i aradan çıkararak, ABD vatandaşı olan İsrailli asker Edan Alexander'ın serbest bırakılması için Hamas'la doğrudan pazarlık yapmasıydı.

Bu durum Netanyahu'yu, İsrail vatandaşı olan diğer rehinelerin serbest bırakılmasını sağlayamaması nedeniyle hükümeti ve İsrail halkı nezdinde utanç verici bir konuma düşürdü.

Tüm bunlara ek olarak Trump, Suriye konusunda da Netanyahu'nun baskılarına boyun eğmeyi reddetti.

Geçtiğimiz aylarda Beyaz Saray'da yaptıkları görüşmede, Netanyahu'dan Türkiye ile Suriye'de bir çatışma yaşanmaması için işbirliği yapmasını istedi. 

İki gün önce de, Netanyahu'nun "cihatçı terörist" bir hükümet olduğunu iddia ettiği, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara hükümetine yönelik ABD yaptırımlarının kaldırıldığını duyurdu.

Burada unutulmamalıdır ki, Trump geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği Orta Doğu turunda İsrail'e de gitmedi.

Oysa Trump, 2017'de ilk başkanlık dönemi sırasında İsrail'i ziyaret etmiş, o dönemde Kudüs'ü resmen İsrail'in başkenti olarak tanımıştı.

Son zamanlarda, Trump'ın, Netanyahu'nun birçok konuda kendisini manipüle etmeye çalışması nedeniyle hoşnutsuz olduğuna dair haberler gündeme geldi.

Aynı zamanda, Netanyahu'nun İran'a yönelik askeri saldırıyı teşvik etmek için, görevden alınan ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ile kendisinden habersiz yaptığı görüşmeler de Trump'ı rahatsız etti.

Bunun üzerine birçok kesim, ABD-İsrail hatta Trump yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasındaki ilişkinin sona ermek üzere olduğunu iddia etti.

Ancak taraflar arasındaki görüş ayrılıkları ve farklılıkların önemini elbette küçümsemeden, konuya objektif yaklaşmak gerekiyor.

Öncelikle Trump'ın, en azından kendisinden önceki hiçbir ABD başkanına benzemediğini, bu konuda geleneksel yaklaşımlara ve kalıplara bağlı kalmadığını vurgulamak önemli.

Trump, yerleşik ABD siyasi gelenekleri ve normlarıyla çatışmaktan çekinmiyor, hem içeride, hem dışarıda "derin devlet" veya ülkenin sabitleriyle karşı karşıya gelmekten de korkmuyor.

Bunlara, yargıya meydan okumak ve kişisel sadakat talep etmek de dahil olmak üzere, ülkeyi anayasal, yasal, etik ve ideolojik olarak yeniden şekillendirme girişimleri de dahil.

Ayrıca Kanada, Avrupa ve NATO gibi Washington'un geleneksel müttefiklerinden uzaklaşıyor ve gümrük vergileri savaşında olduğu gibi onlarla gerginliği tırmandırıyor.

Diğer yandan, ülkesinin tarihi rakipleri olan Rusya ve Kuzey Kore ile de yakınlaşma arayışında.

ABD'deki hakim siyasal kalıplara başkaldırmasına rağmen, geniş seçmen tabanının önemli bir kısmı hala ona bağlılığını sürdürüyor.

Dolayısıyla herhangi bir yabancı lider, ne yapacağı kestirilemeyen Trump'la çatışmadan önce bin kere düşünmeli.

Hepimiz Trump'ın, geçtiğimiz Şubat ayında Beyaz Saray'da kameralar önünde Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'e sert çıkışını hatırlarız.

Netanyahu, her yabancı lider gibi Trump hakkındaki bu gerçeklerin farkında ve onunla yüzleşmesinin, eski başkanlar Bill Clinton, Barack Obama ve Joe Biden'la yaşadığı alışılmış yüzleşmelere ve onlara ettiği hakaretlere benzemeyeceğini biliyor.

Çünkü ismi geçen bu başkanlar, Siyonist lobinin, politikacıların ve İsrail'i destekleyen bağışçıların şantajlarına açık durumdaydılar.

Trump ise asabi, kimine göre kibirli ve "Önce Amerika" sloganına inanan ve seçmen tabanına güvenen biri olarak biliniyor.

Ancak bu, Trump'ın İsrail'i terk etmeye istekli olduğu anlamına gelmiyor. İsrail'i terk etmekle başbakanını terk etmek arasındaki ayrım son derece önemlidir, zira ilki şu anda düşünülemezken, ikincisi her zaman mümkündür.

Trump, İsrail'in ve Washington'daki destekçilerinin gücünün farkında ve doğal olarak güçlü olanlara saygı duyuyor.

Ancak diğer yandan, İsrail'in körüklediği savaşlara müdahil olmanın ABD'nin çıkarına olmadığına inanıyor.

Ayrıca Netanyahu'nun kendi çıkarları ve önceliklerine odaklanmasından rahatsız olan Trump, son zamanlarda onu gözardı ederek bazı adımlar atıyor.

Buna örnek olarak daha önce ifade ettiğimiz gibi, ABD'li rehine için doğrudan Hamas ile görüşmesi,  Husilerle ateşkes anlaşması yapması, İran'la nükleer anlaşma için müzakereler yürütmesi ve Suriye konusunda Netanyahu'nun çıkarlarına ters düşen kararlar alması gösterilebilir.

Sonuç olarak Trump, Netanyahu'yu ve hatta İsrail'i cezalandırmaya hazır olabilir, ancak onları tamamen terk etmeye değil.

Fakat Netanyahu'nun kaçamak cevap verme ve manipüle etme yeteneğini de hafife almamalıyız.

Trump'ın karakterini de anlıyor, onun değişken olduğunu, görüş ve pozisyonlarının sürekli değiştiğini biliyor (örneğin Gazze Şeridi sakinlerinin yerinden edilmesi fikri).

Dolayısıyla şimdi hakaretleri yuttuğunu, Trump'ı tekrar etkilemeye çalışmak için doğru anı beklediğini görüyoruz.

Son olarak İsrail, iktidarda kim olursa olsun, varlığını sürdürebilmesi için ABD'nin desteğinin gerekli olduğunun farkında ve bu nedenle çıkarları ve varlığını korumak için ABD ile ilişkilerine yatırım yapıyor.

Her halükarda, ABD ve İsrail arasındaki ihtilafların boyutu abartılmamalıdır. Aynı şekilde, ABD'nin ideolojik değil, teknik anlamda emperyalist bir devlet olduğunu unutmamalıyız.