Süleymani'nin "vekil güçler" vizyonu son savaşlarda nasıl başarısız oldu?
İran'ın Orta Doğu'da hegemonya kurma stratejisi, "nükleer proje, balistik füze programı ve bölge çapında bir politika aracı olarak vekil siyasi-askeri örgütler ağının sürdürülmesi" olmak üzere üç ana bileşenden oluşuyor.
Popüler Gazete'nin Jonathan Spyer imzalı analizden aktardığına göre bu stratejinin ilk iki unsuru, İran ile İsrail arasında 12 günde yaşanan çatışmalarda tamamen ortadan kalkmasa da önemli ölçüde azaldı.
Vekil gruplar ise, savaş sırasında büyük ölçüde sahanın dışında kaldı.
Ancak İran'ın vekil siyasi-askeri örgütlerinin hem İran savaşı, hem de Gazze savaşı sırasındaki davranışları, bu gruplar ve İran'ın güç yansıtma çabasındaki rolleri hakkında yaygın olarak kabul edilen varsayımları gözden geçirmeyi gerektirdi.
İran'ın vekil güç fikri, devrimin ilk dönemlerine kadar uzanıyor. Mustafa Çamran ve Muhammed Muntazeri gibi Batı'da pek bilinmeyen isimler, İslam Devrimi'ni genişletme fikrinin ilk öncüleriydi ve vekalet stratejisi buradan ortaya çıktı.
İran'ın vekalet savaşındaki ilk başarısız girişimleri Levant'ta değil, 1981'de Bahreyn'de gerçekleşti.
1982'de ise Lübnan'da Hizbullah'ın kurulması ve bu örgütün İsrail'e karşı ayaklanması, İran'ın vekalet savaşının prototipi ve modelini oluşturdu.
1998'den itibaren Devrim Muhafızları Ordusu'nun Kudüs Gücü, ABD'nin 2020'de Bağdat'ta düzenlediği saldırıda öldürdüğü Kasım Süleymani'nin liderliğinde, devrimci ve vekalet savaşını Tahran için güç projeksiyonunun temel bir aracı haline getirdi.
Süleymani'nin stratejisinin ardındaki temel fikir, sadeliğiyle harikaydı. İran, yabancı ülkelerde siyasi ve askeri kapasiteyi birleştiren örgütler kuracaktı veya bu türden mevcut hareketleri yerleştirecekti.
Tahran daha sonra bu örgütlerin askeri, mali ve politik gücünü inşa edecek ve bunları söz konusu bölgede İran nüfuzunun inşası için araçlara dönüştürecekti.
Süleymani'nin amacı, mevcut bir devletin bünyesine bir tür İran kontrolündeki "derin devlet" yerleştirmekti.
Amaç, bu derin devletin, "İranlı efendilerinin" kontrolü altında ve onlara bağımlı kalarak, nihayetinde devletin kendisinden daha iyi silahlanmış ve örgütlenmiş hale gelmesiydi.
Stratejinin amacı neydi?
Bu stratejinin amacı bölge genelinde güç kazanmaktı. Ancak özel olarak İsrail bağlamında, fikir bu tür örgütleri İsrail sınırlarına yerleştirmekti, böylece uygun zamanda harekete geçirilebilirlerdi.
İsrail'de genel olarak bu uygun anın, İsrail'in İran'ın nükleer tesislerine saldırmayı seçeceği an olacağı düşünülüyordu.
Gerçekten de, bu örgütler İran'ın bu tür saldırılara karşı caydırıcılık oluşturma çabasının bir parçası olarak görülüyordu. Ancak daha geniş bir mantık iş başındaydı.
İran, İsrail'e karşı uzun vadeli bir savaş stratejisi izliyordu, bu savaşın amacı Yahudi devletinin çöküşü ve yok olmasıydı.
Sınır boyunca vekalet orduları, İsrail toplumunu "ne barış ne de savaş" halinde sürekli tutmak ve dayanıklılığı azaltmak için tasarlanmıştı.
Bu bağlamda İranlılar, İsrail'in güçlü iç uyumdan veya nüfusu arasında derin yurtseverlik ve milliyetçi bağlılıklardan yoksun yapay bir toplum olduğu yönündeki Arap milliyetçi fikrini miras almışlardı.
Uzun yıllar boyunca bu strateji hızla ilerliyor gibi görünüyordu.
Örneğin Hizbullah, 2000 yılında Lübnan'ın güneyinden İsrail'in çekilmesini sağladı.
2006 yılında İsrail'e karşı sonuçsuz bir savaş daha verdi ve 2008'den sonra Hizbullah Lübnan'daki en güçlü siyasi ve askeri güç olarak ortaya çıktı.
1990'lı yılların başından itibaren İran'la ittifak kuran Hamas ise, 2006'daki Filistin seçimlerini kazandı ve 2007'den itibaren Gazze'nin kontrolünü tamamen ele aldı.
Öte yandan, İran destekli Şii milis güçlerden oluşan Haşdi Şabi güçleri, IŞİD'e karşı verilen savaştan sonra Irak'taki en güçlü siyasi ve askeri güç olarak ortaya çıktı.
Yemen'de İran yanlısı Husi milisleri de, 2015'te başkenti ve sahilin büyük bir bölümünü ele geçirdi ve o zamandan beri elinde tutuyor.
Suriye'de de İran milisleri, Arap dünyasında İran'ın tek devlet müttefiki olan Esed rejiminin uzun yıllar korumada önemli bir rol oynadı.
Süleymani'nin stratejisinin temel kusurları
Bir dizi olayda ortaya çıkan en önemli kusur, Süleymani'nin stratejisinin, vekillerin İran'ın yardımıyla güç ve nüfuz elde ettikten sonra, elde ettikleri kapasiteyi "patronlarının" vizyon ve çıkarları yerine kendi vizyon ve çıkarları doğrultusunda kullanma olasılığını hesaba katmamasıydı.
Hamas askeri bilgi birikimi için İran'a bağımlıyken, 7 Ekim saldırılarını İranlılarla önceden koordine etmiş gibi görünmüyordu.
Tahran'ın savaş başlatma zamanının geldiğine karar verdiğine dair hiçbir belirti yok. Aksine, Hamas bu kararı kendi adına verdi ve müttefiklerinin kendisine yardım etmek için müdahale etmesini açıkça bekledi.
Oysa Hamas'ın müttefiklerinin harekete geçmesi kısmi ve parçalı oldu, tek bir kararın sonucu olarak değil, koordineli olmayan bir biçimde gerçekleşti.
Önce Hizbullah, ardından Husiler, ardından Iraklı Şii milisler ve en son İran'ın kendisi bazı destek hamlelerinde bulundu.
Net ve merkezi bir planın olmaması, İsrail'in her saldırıyla ayrı ayrı başa çıkmasını ve her birine karşı etkili darbeler indirmesini sağladı.
Geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen İsrail'in İran'a yönelik saldırısı, bunun doruk noktası olarak görülebilir.
Vekillerin patronlarına yönelik bu saldırıya verdiği yanıt, Süleymani'nin stratejisindeki açık kusura dair bir başka kanıt sundu.
Uzun yıllar boyunca çeşitli milislerin tam da bu an için toplanıp geliştirildiği varsayılıyordu. Ancak zamanı geldiğinde, yani İsrail İran'a saldırdığında tüm vekil güçler istisnasız olarak savaşın dışında kalmayı seçti.
Lübnan'da, çok kötü bir şekilde hırpalanmış olan Hizbullah, kendi zayıflığı ve Emel hareketindeki Şii İslamcılar da dahil olmak üzere diğer tüm siyasi güçlerin kararlı itirazları yüzünden harekete geçmekten vazgeçti.
Irak'taki Şii milisler de İran adına herhangi bir eylemde bulunmaya karşı diğer Şii unsurlardan (etkili Mukteda es-Sadr ve Ayetullah Ali es-Sistani dahil) itirazlarla karşılaştı.
Kendi varlıkları potansiyel olarak risk altında olduğundan, oturup beklemeyi seçtiler.
Yemen'deki Husiler bile destek açıklamalarının ötesinde herhangi bir güçlü saldırıdan kaçındı.
Süleymani'nin planındaki kusur, dini ve ideolojik sadakatlerin yerel çıkarlardan daha üstün olacağını varsayması gibi görünüyor.
Yine de İran'ın vekalet ittifakının ne ortadan kalktığını, ne de kesin olarak mağlup edildiğini belirtmek gerekir.
Ancak Süleymani'nin, Arap dünyasında Tahran liderliğinde savaşmak için güçlü milislerin birlikte hareket edeceğine ilişkin vizyonu, Gazze savaşının başlamasıyla son 20 ayda yaşanan olayların en önemli kayıplarından biri gibi görünüyor.