İsrail'in bölgedeki nüfuzunu, Arap ülkeleriyle normalleşme anlaşmalarının yanı sıra Gazze halkına karşı sürdürdüğü soykırım savaşı, Batı Şeria'ya yönelik eylemleri ve Lübnan ve Suriye'ye yönelik saldırıları aracılığıyla bir süredir genişlediğine tanık oluyoruz.

Ancak birçok gözlemci, İsrail'in İran'a karşı yürüttüğü savaşta, bize "bölgenin efendisi" olduğuna dair bir mesaj vermek istediğini düşünüyor.

Popüler Gazete'nin Lübnanlı gazeteci Lamis Andoni imzalı analizden aktardığına göre İsrail, "İran'a diz çöktürmenin", onu Arap-İsrail çatışmasının veya daha doğrusu Filistin davasının denkleminden çıkarmak anlamına geldiğine inanıyor.

Daha da önemlisi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Batı'yı nükleer programıyla bölgeyi tehdit eden bir "terörist" bir devletten koruduğunu iddia ederek, Gazze katliamlarına yönelik dikkatleri dağıtmayı başardı.

İran'ın nükleer silahlara sahip olmadığını İsrail çok iyi biliyor. Ancak İran'ı ve bölgeyi sarsan operasyonları, barışçıl amaçlar için bile olsa nükleer enerjiye sahip herhangi bir devletin varlığını reddederek, "İsrailoğulları dönemini" başlatmak istediğini doğruluyor.

İsrail, sallantılı Arap rejimlerinin Filistin halkına yönelik soykırımına göz yummasının ardından kendisini yeni dönemin kralı olarak görüyor. Bu, Filistin davasının ortak hedeflerine engel olmayacağına dair ABD'ye bir mesajdır.

İsrail, hiçbir Arap rejimini ve halklarını desteklemiyor. Onu motive eden şey, yayılmacı projesi, Filistin kimliğini tasfiye etme ve Filistin halkını anavatanlarından söküp atma hedefidir.

"Filistin davasından kurtulmanın" bölgeye refah ve barış getireceğine inanan herkes, ya İsrail'i anlamıyordur ya da gözlerinin önünde gerçekleşen soykırım savaşıyla ilgili insanlık duygusunu kaybetmeye başlamıştır.

Kendi ülkesinin veya halkının bir istisna olduğuna inanan ve 77 yıldır devam eden felakete karşı çıkmamış olan herkes, İsrail'in topraklarına doğru yayılmasına boyun eğmeyi ve işgale rıza göstermeyi kabul etmelidir.

Birçok uzman, İran'ın ise Filistin kartını, teokratik rejimin meşruiyet iddiası ve bölgede bir rol oynama kapsamında kullandığını düşünüyor.

Bu muhtemelen, İran'daki baskıdan bıkmış olan İran halkının çoğunluğunu da ikna ediyor.

Öte yandan amaçları ne olursa olsun, Tahran Filistin direnişinin yanında yer aldı. Suriye ve Irak'taki günahlarını inkar etmiyoruz. Ancak İsrail'in İran'a yönelik saldırıları hepimize bir mesajdır; boyun eğmemiz ve teslim olmamız isteniyor.

Tahran ve Tel Aviv arasında bulunan Arap ülkeleri silahlı insansız hava araçları (SİHA) ve füzeler için bir koridor haline geldi.

ABD bu ülkelerin, İran tarafından fırlatılan füze ve SİHA'lara karşı koymalarını ve onları düşürmelerini, aynı zamanda İsrail'den İran'a fırlatılanlara ise göz yummalarını bekliyor.

Başka bir deyişle, sessiz kalarak hepimiz artık bu ülkelerin egemenliği, çıkarları ve istikrarı pahasına bile olsa İsrail hedeflerine hizmet ediyoruz.

Söz konusu ülkeler, İsrail'in işgal edeceği alanlara veya İsrail'in "kendisi ve ABD'nin düşmanlarına karşı" özel operasyonları için bir fırlatma rampasına dönüştürülüyor.

Mevcut pasif duruşumuz ve bizi saran felç hali devam ederse, bu yaygın umutsuzluk normal hale gelecek.

Arap projesinin yokluğu, Arap vatandaşının çaresiz bir seyirci gibi hissetmesine neden olan temel kusurdur.

Diğer yandan, Trump'ın seçim vaadi olan "barışı" getirme sözünü gerçekleştirmesini bekliyorduk veya en azından bazı rejimler bekliyordu. 

Ancak Trump ile Netanyahu arasındaki anlaşmazlığın ve Trump'ın "Önce Amerika" sloganını benimsemesinin İsrail'i terk etmek anlamına gelmediğini gördük.

Trump yine de, İsrail'in yoğunluk ve genişlik bakımından benzeri görülmemiş olan "operasyonlarına" yeşil ışık yaktı.

Bunun iki nedeni olabilir. Trump bu saldırıların, İran'ın nükleer programını kaldırmayı kabul etmesi için şartları dayatmaya olanak sağladığına inanıyor olabilir.

Aynı zamanda Trump, Tahran'ın, Hizbullah'ı ve Suriye'deki nüfuzunu kaybetmesi ve Hamas'ın zayıflaması nedeniyle bu operasyonların bölgesel bir savaşa dönüşmeyeceğine ikna olmuş durumda.

Bunun nedeni, İsrail'in saldırılarının İran'ın askeri gücünü tüketeceğine ve özellikle rejime karşı muhalefetin genişlediği ve Tahran'ın İsrail saldırılarından dolayı şokta olduğu bir dönemde iç cephesini zayıflatacağına olan inancı olabilir.

İsrail'in Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye'yi ve ondan önce de en önemlisi Muhsin Fakhrizade olan bir çok nükleer bilim insanını öldürmesini sağlayan büyük bir güvenlik ihlali ortaya çıktktan sonra İran'ın dersini almamış olması ise oldukça garip.

Ancak şaşırtıcı olan, bu ihlalin devam etmiş olması ve Tahran'ın suikast senaryolarına neden hala hazırlanmadığını bilmiyoruz.

Diğer yandan, özellikle de İsrail Irak'ı hedef alırsa, savaşın genişleme riski olasıdır.

Tüm bunlar yaşanırken en büyük kurban Gazze Şeridi ve halkıdır.

Arap ülkelerinin teslimiyeti ve İsrail'in İran'a karşı saldırılarının "meşru müdafaa" olduğuna dair iddiası, küresel muhalif hareketlerin ivmesini zayıflatıyor ve İsrail'e karşı harekete geçmeye başlayan, Avrupa'nın tereddütlü rolünü yavaşlatıyor.

Ancak İran sağlam durursa ve İsrail'e stratejik zarar verebilirse, Trump'ın Netanyahu'nun bölgeyi bir askeri üsse dönüştürme hedeflerine ulaşma hırslarını dizginlemeye yardımcı olabilir. 

Ancak hepimiz bunun, İsrail'in sadece İran'a karşı savaşı olmadığını, bilakis bölgedeki tüm ülkeleri kapsayan yayılmacı planlarının ilk adımları olduğunu görmeliyiz.

Aynı zamanda İsrail'in bu eylemlerinin kontrol, hegemonya, Filistin ve halkına karşı soykırım savaşını unutturma girişimi olduğunu da fark etmemiz gerekiyor.