İran'da 1979'da gerçekleşen İslam Devrimi'nden bu yana, Arap dünyasının jeopolitiği önemli bir dönüşüm geçirdi.

Popüler Gazete'nin Seyed Hüseyin Musavian imzalı analizden aktardığına göre o dönemden sonra İran, Rusya ve Çin ile ittifakını güçlendirdi ve ABD hegemonyasına direnen düşman bir güç olarak kaldı.

Tahran'ın nüfuzu, bölgeye yayılan bir dizi silahlı devlet dışı veya yarı devlet grubuyla arttı.

İran lehine bir diğer gelişme ise, İslam dünyasında mezhepçiliğin yükselişi oldu. Son olarak, insanlara demokrasiyi müjdeleyen Arap Baharı başarılı olamadı. 

Nixon Doktrini

1979 Devrimi'nden önce, bölgenin jeopolitiğini şekillendiren şey Nixon Doktrini'ydi.

Doktrin, ABD eski Başkanı Richard Nixon'ın 1970'lerdeki müttefiklerini, hem İran'ı, hem de İsrail'i silahlandırma kararını etkiledi.

Bu doktrin, her müttefik ülkenin genel olarak kendi güvenliğinden sorumlu olduğu, ancak ABD'nin talep edildiğinde nükleer bir şemsiye görevi göreceği anlamına geliyordu.

Bu amaçla ABD, İran Şahı Muhammed Rıza Şah Pehlevi'ye en gelişmiş ve konvansiyonel silahları sattı.

Şah'ın, İsrail hariç, diğer ABD müttefiklerinin çoğundan teknolojik olarak üstün olan 15 milyar dolarlık silah satın aldığı tahmin ediliyor.

Enflasyona göre hesaplandığında, 1970'teki 15 milyar dolar, şu an yaklaşık 115 milyar dolara denk geliyor.

Analistlere göre hem Nixon, hem de dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, İran'ın ordusunu güçlendirmenin Orta Doğu'yu istikrara kavuşturacağına inanıyordu.

Şah, bölgenin “polisi” olarak görüldüğü için İran’a, komünizmin yayılmasını önlemek ve petrolün istikrarlı bir şekilde tedarik edilmesini sağlamakla görevli bir tampon devlet rolü verildi.

ABD'nin Şah'a verdiği stratejik destek, İran'ın eski Sovyetler Birliği'ne olan coğrafi yakınlığından kaynaklanıyordu. İran, ABD'nin Sovyetler Birliği'nin faaliyetlerini izlemesi için uygun bir yerdi.

Böylece ABD, İran'ı yoğun bir şekilde silahlandırarak rakibine karşı bir kalkan oluşturmayı ve Rusların "Basra Körfezi'nin sıcak sularına ulaşma" hayalini asla gerçekleştiremeyeceğinden emin olmak istedi.

ABD'nin müttefiki olarak oynadığı rol sayesinde İran, aynı zamanda salt güç gösterisi açısından bölgesel üstünlük sergileyebildi.

Dahası, Washington, "Barış İçin Atom Programı" kapsamında 1950'lerin başlarında İran'ın nükleer programını oluşturmasına yardım etmeye karar verdi.

1979 Devrimi'nin başlamasıyla, Orta Doğu'daki bölgesel meseleler muazzam bir değişim yaşadı.

Devrim, bin yıllık monarşik yönetimini bir İslam Cumhuriyeti'ne indirerek tamamen farklı bir söylem getirdi.

Bir zamanlar ABD'nin müttefiki olan İran, onun düşmanlarından biri haline geldi ve emperyal eğilimlerine direndi.

İran'ın askeri harcamaları arttı

1960'larda Türkiye'nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) hem İran, hem de Pakistan'ınkinden fazlaydı, ancak 1970'lerde bu eğilim değişti.

Bu büyük ölçüde petrol fiyatının önemli ölçüde artmasına bağlanabilir. Bu durum Şah'a büyük bir döviz girişi sağladı ve ülkede şaşırtıcı bir büyümeye yol açtı.

Petrol fiyatı 1973 petrol krizinden sonra arttıkça, İran'ın GSYİH'si Türkiye'ninkini geçti. 

1975'te Türkiye ve Pakistan GSYİH'lerinin yüzde 4 ve 6'sını askeri harcamalara harcarken, İran ise yüzde 12'sini harcadı.

Ortadoğu'nun jeopolitiği ve 1979 Devrimi

Humeyni önderliğinde İran'da, Şah diktatörlüğü ve ABD egemenliğine karşı düzenlenen halk gösterileri devrimle sonuçlandı.

1979 Devrimi, İran-ABD ilişkilerinin kötüye gitmesiyle Orta Doğu bölgesinin jeopolitiğini değiştiren bazı olaylara eşlik etti.

4 Kasım 1979'da Tahran'daki ABD büyükelçiliğinin işgali ve 444 gün boyunca ABD diplomatlarının rehin alınması, 1979 Devrimi'nden sonraki ilk büyük devrim sonrası şoklardandı.

İran'ın bölge ve ABD ile ilişkilerinde pozisyonunu değiştiren ikinci olay, İsrail ile diplomatik ilişkilerin kesilmesiydi. Bunu takiben İran'daki İsrail Büyükelçiliği kapatıldı. İran, İsrail'e dost bir ülkeden en büyük düşmanlarından birine dönüştü.

İsrail ile bağların kesilmesi ve ardından İran ile İsrail arasındaki düşmanlıkların İran-ABD ilişkileri üzerinde sonuçları oldu ve olmaya devam ediyor.

Üçüncü olay ise devrimci siyasi kültürün teşvikiydi. Bunun en açık örneği Humeyni'nin İslam dünyasındaki diğer ülkelere "İslam Devrimi'ni ihraç etme" sloganıydı.

1979 Devrimi'nin etkisi altında bölgenin siyasi kültürünün dönüşümü, bölgedeki Arap monarşilerini korkuttu. Çünkü rejimleri, Şah diktatörlüğünün rejimine benziyordu, bu da halk ayaklanmalarından çok korktukları anlamına geliyordu.

İran modeline dayalı bir devrimi ihraç etmek, süper güçlerden birine bağımlı olan gelişmekte olan ülkelerin bağımsızlık talep edeceği anlamına geliyordu.

İkincisi, İran'ın Lübnan'daki Hizbullah'tan, Irak'taki Haşdi Şabi'ye kadar bölgedeki silahlı hareketleri desteklemesine neden oldu.

Üçüncüsü, Irak'ın İran'a karşı uzun süreli bir savaş başlattığı ve sivillere yüzlerce füze ve kimyasal silah fırlattığı 1980'lerde, ABD tarafından uygulanan ambargo nedeniyle İran askeri teçhizatta muazzam bir kıtlıkla karşı karşıya kaldı.

ABD'nin İran'a uyguladığı ekonomik yaptırımlar ve tüm dünya güçlerinin uyguladığı silah ambargosu, İran'ı ağır top ve füze üretimi konusunda yerli teknik kapasiteyi geliştirmeye zorladı.

Ekonomik yaptırımlara ve silah ambargosuna rağmen İran, bölgedeki diğer ülkelerin sahip olmadığı çelik, kauçuk, çimento ve demir gibi önemli endüstriyel ve imalat sektörlerinin yanı sıra otomotiv, havacılık, nanoteknoloji ve kök hücre gibi son teknoloji sektörler geliştirdi.

Daha sonraki yıllarda, özellikle Saddam Hüseyin'in devrilmesinden sonra, İran bölgede güç ve etki uygulayan bir ülke olarak ortaya çıktı ve özellikle Suudi Arabistan ile bölgenin jeopolitik dinamiklerini büyük ölçüde etkileyen bir rekabet geliştirdi.

Riyad, Tahran'ın büyüyen rolünü sürekli olarak kontrol etmeye çalıştı, ancak bu girişimleri başarısız oldu.

Suudi Arabistan'ın Lübnan'daki İran'ın müttefiki Hizbullah'ın gücünü ve İran'ın Irak'taki rolünü sınırlama ve Husilere verdiği desteği durdurma girişimleri de yetersiz kaldı. 

Ancak bölgenin jeopolitiğini daha da fazla etkileyecek bir diğer dönüm noktası ise İran-Irak Savaşı oldu.

İran-İran savaşı bölgenin jeopolitiğini şekillendirdi

Irak kuvvetleri, Eylül 1980'de İran'a tam ölçekli bir işgal başlattı. Sekiz yıl süren savaş, en az yarım milyon kişinin ölümüne, bir milyondan fazla kişinin yaralanmasına ve milyonlarcasının yerinden edilmesine neden oldu.

İran-Irak savaşı, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük ve en uzun konvansiyonel devletlerarası savaşlardan biri olarak kabul ediliyor.

Irak, İran topraklarının bazı kısımlarını işgal ettiği dönemde Arap dünyasının tam desteğini aldı.

Savaş, modern zamanlarda şehirlere saldırmak için balistik füzelerle birlikte kimyasal silahların büyük ölçekte kullanıldığı tek savaştı.

1945'te Japonya'daki Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombasından bu yana kitle imha silahlarının en kapsamlı kullanımıydı.

İran-Irak Savaşı, bölgenin gelecekteki jeopolitiğinin yörüngesini belirledi ve Orta Doğu bölgesinin çağdaş tarihindeki en kritik dönüm noktalarından biri oldu.

Öncelikle, Irak-İran Savaşı ve ardından İran'a uygulanan ambargolar, bölgedeki en büyük sofistike konvansiyonel silah alıcılarından biri olduktan sonra İran'a yerli bir askeri kompleks geliştirmesi için güçlü bir teşvik sağladı.

Neredeyse hiçbir ülke, İran'a konvansiyonel silahlar satmaya istekli değildi. Savaşın muazzam maliyeti İran'ı bağımsız bir yerel füze endüstrisi kurmaya zorladı.

Sonuç olarak İran, 1990'ların sonuna doğru füzelerin büyük bir alıcısı olmaktan büyük üreticilerinden biri haline geldi.

Bugün, İran'ın uzun menzilli füzeler üretme yeteneği küresel güçlerle aynı seviyeye yükseldi.

Savaş uçakları, tanklar, topçular, denizaltılar, insansız hava araçları ve sürat tekneleri de ürettiği diğer yüksek teknoloji askeri ekipmanlar arasında yer alıyor.

Lübnan'daki Hizbullah, Filistin'deki Hamas ve Yemen'deki Husiler gibi gruplar, İran'ın bilgi birikiminin yardımıyla önemli bir füze gücüne ulaşabildiler ve İran'a karşı aktif olarak birleşmiş olan üç ülke olan İsrail, Suudi Arabistan ve BAE'ye karşı koymada belirleyici bir rol oynadılar.

İran, 2003'te zenginleştirme ve ağır su teknolojisine ulaştı ve bu iki teknolojiye erişimi, karar verilirse bir nükleer bomba yapabileceği anlamına geliyordu.

İran artık Orta Doğu'da nükleer silah sahibi olma konusunda İsrail'in tekeline meydan okuyabilse de, nükleer kapasitesi son on beş yıldır İran ile dünya güçleri arasındaki en büyük siyasi ve güvenlik sorunu haline geldi.

Diğer yandan, İran'ın Körfez Arap ülkeleriyle ilişkileri, Saddam Hüseyin rejimine tek taraflı destek vermeleri nedeniyle Irak-İran Savaşı'ndan sonra kökten kötüleşti.

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri, ABD'den en son ve en gelişmiş silahları satın almaya yöneldi. Onlara göre bölgedeki ilk ve en büyük tehdit İran'dan gelecekti.

ABD, müttefiklerini desteklemek için askeri varlığını artırdı ve 11 Orta Doğu ülkesinde 46 askeri üs kurdu.

En önemli jeopolitik dönüşümlerden biri de, Orta Doğu'da silahlı hükümet dışı veya yarı hükümet gruplarının ortaya çıkmasıydı.

İran, Lübnan'daki Hizbullah, Yemen'deki Husiler, Irak'taki Haşdi Şabi ve Afganistan'daki Fatımiler gibi gruplarla ittifaklar kurdu.

Elbette İran'ın örgütlü gruplarla ittifakı sadece Şii gruplarla sınırlı değil, Hamas gibi Sünni gruplarla da ittifak halinde. Bu, İran'ın kurduğu ittifakın mezhepsel çizgiler etrafında örgütlenmediğini açıkça gösteriyor.

Diplomasiye dönüş

Hiç şüphe yok ki 1979 Devrimi bölgenin jeopolitiğini şekillendirdi. Ancak, Irak'ın İran'a yönelik saldırganlığı ve bölge ülkeleri ile uluslararası güçlerin desteği, İran'ın dış politika stratejisini ve jeopolitik değişimini şekillendiren en önemli faktörlerdi.

İran-Irak savaşı, dünya güçleri, özellikle de ABD tarafından hegemonya ve neo-emperyal egemenlik biçimlerine karşı direniş söylemini güçlendirdi.

İranlı yetkililer, Saddam'ın hem Batı'dan hem de Doğu'dan, hem ABD'den hem de Sovyetler Birliği'nden destek aldığı zamanları hatırlıyorlar.

İran liderleri, herhangi bir müzakere masasında pazarlıkta kendi payına düşeni yerine getirme konusunda ABD'den şüpheleniyorlarsa, şüphe neredeyse tamamen Irak-İran Savaşı sırasında öğrendikleri zor derslere bağlanabilir.

Savaş deneyimi, bir savaşın korkunç sonuçlarının barış çabalarının önünde bir engel olmaya devam ettiğini gösteriyor.