ABD ve AB yaptırımları 1970'ten bu yana nasıl 38 milyon insanın ölümüne yol açtı?
Uluslararası ilişkilerde yaptırımlar, uzun zamandır büyük güçlerin stratejik araçlarından biri olarak kullanılıyor.
Özellikle ABD ve Avrupa, “tek taraflı yaptırım” mekanizmalarını yalnızca diplomatik baskı aracı değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal düzenleri yıkıma uğratacak bir silah olarak devreye sokuyor.
Popüler Gazete'nin Al Jazeera'dan aktardığı analize göre bu durum, Batı hegemonyasından bağımsız bir yol çizmek isteyen Küresel Güney ülkelerinin karşılaştığı en büyük engellerden biri haline gelmiş durumda.
Tek taraflı yaptırımların tarihi 1970’lere kadar uzanıyor. O dönemde her yıl ortalama 15 ülke Batı yaptırımlarına maruz kalıyordu.
Yaptırımların temel amacı, hedef ülkeyi finansal kaynaklardan ve uluslararası ticaretten yoksun bırakmak, endüstrilerini istikrarsızlaştırmak ve nihayetinde devlet çöküşünü hızlandırmaktı.
Örneğin Şili’de sosyalist Salvador Allende’nin iktidara gelmesi üzerine ABD’nin devreye soktuğu ağır yaptırımlar, bu stratejinin ilk örneklerinden biri olarak kayda geçti.
Yaptırımların Artışı ve Kapsamı
1990’lı yıllardan itibaren Batı yaptırımlarında ciddi bir artış gözlemlendi.
Bu dönemde herhangi bir yılda 30 ülke, 2000’lerin sonrasında ise 60’tan fazla ülke aynı anda yaptırımlarla karşı karşıya kaldı.
Bu, Küresel Güney’in önemli bir bölümünün doğrudan hedef haline geldiğini gösteriyor.
Irak’a uygulanan yaptırımların yol açtığı ilaç ve gıda krizleri, Venezuela’da 2017–2018 yıllarında 40 bin kişinin ölümüne neden olan ekonomik çöküş, bu mekanizmanın somut sonuçları arasında yer aldı.
UNICEF raporlarına göre 1990’larda yüz binlerce Iraklı çocuk yetersiz beslenme, salgın hastalıklar ve sağlık hizmetlerinin çökmesi nedeniyle hayatını kaybetti.
Yaptırımlar, fiilen savaşsız bir kitlesel ölüme yol açan “ekonomik kuşatma” işlevi gördü.
Venezuela’da ise yaptırımlar, temel tüketim malları ve ilaç ithalatında sert düşüşe yol açtı.
Gıda fiyatlarının katlanarak artması, toplumun geniş kesimlerini açlıkla karşı karşıya bıraktı.
Dolayısıyla yaptırımlar, “rejimi zayıflatma” gerekçesiyle sunulsa da, en ağır faturayı her zaman siviller, özellikle de yoksul ve savunmasız kesimler ödüyor.
İnsani Bedel
The Lancet Global Health dergisinde yayımlanan son araştırma, yaptırımların toplam insani bedelini küresel ölçekte ortaya koydu.
Denver Üniversitesi’nden ekonomist Francisco Rodriguez’in liderliğindeki çalışmaya göre, 1970’ten 2021’e kadar ABD ve AB yaptırımları 38 milyon kişinin ölümüyle ilişkili.
Çocuklar ve yaşlılar, yetersiz beslenme ve ilaç yoksunluğu nedeniyle en fazla etkilenen gruplar oldu.
Yalnızca 2012’den bu yana bir milyondan fazla çocuğun yaşamını yitirmesi, yaptırımların insani boyutunu trajik biçimde gözler önüne seriyor.
Belirgin olan nokta, açlık ve yoksunluğun “yan etki” değil, yaptırımların doğrudan hedeflerinden biri olması.
ABD’nin Küba’ya yönelik 1960 tarihli resmi belgelerinde, halkın sefalet içine itilmesinin Castro yönetimini devirmek için bir yöntem olarak açıkça tarif edildiği görülüyor.
Dolayısıyla yaptırımlar, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi rejim değişikliği amaçlayan örtülü bir savaş yöntemi olarak karşımıza çıkıyor.
Batı’nın yaptırım gücünün kaynağı, dolar ve euronun rezerv para birimi olması, SWIFT gibi uluslararası ödeme sistemlerindeki kontrolü ve kritik teknolojiler üzerindeki tekeliyle bağlantılı.
Bu durum, yaptırımlara maruz kalan ülkelerin alternatif geliştirmediği sürece bağımlı kalacağı anlamına geliyor.
Yaptırım sonucu ölümler nasıl yaşanıyor?
Yaptırımların yol açtığı ölümler doğrudan silah ya da çatışma kaynaklı değil, dolaylı ama sistematik mekanizmalar üzerinden gerçekleşiyor.
Ekonomik yaptırımlar, öncelikle hedef ülkenin dış ticaretini ve finansal erişimini kısıtlıyor.
Bu durum ilaç, gıda ve temiz suya erişimde keskin bir düşüşe neden oluyor. Yetersiz beslenme, bağışıklık sistemini zayıflatıyor.
Sağlık sisteminde yaşanan ilaç ve tıbbi ekipman kıtlığıyla birleştiğinde ölüm oranları hızla yükseliyor. Özellikle çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalar bu süreçten en fazla etkilenen gruplar oluyor.
Bunun yanı sıra enerji, ulaşım ve altyapı alanlarına yönelik kısıtlamalar da hayati sonuçlar doğuruyor.
Elektrik kesintileri, su arıtma tesislerinin çalışamamasına yol açarken, sağlık merkezleri de işlevsiz hale geliyor.
Ulaşım ve bankacılık üzerindeki yaptırımlar, yardım kuruluşlarının bile insani malzeme ulaştırmasını zorlaştırıyor.
Böylece yaptırımlar, görünürde “askeri olmayan” bir araç gibi sunulsa da, aslında toplumsal yaşamın bütün damarlarını hedef alarak ölümleri tetikleyen bir savaş yöntemine dönüşüyor.
Küresel Güney’in direnç arayışları
Son yıllarda Küresel Güney ülkeleri, bu bağımlılığı aşmak için yeni yöntemler geliştirmeye başladı.
Rusya’nın SWIFT dışında yeni ödeme sistemleri kurma çabası, Çin’in uluslararası ödemeler için geliştirdiği CIPS ağı, BeiDou uyduları ve Huawei’nin telekom altyapısı, Batı hegemonyasına alternatif bir düzenin mümkün olduğunu gösteriyor.
Sonuç
Tek taraflı yaptırımlar, modern dünyanın en görünmez ama en yıkıcı savaş araçlarından biri olarak öne çıkıyor.
Yılda yüz binlerce insanın ölümüne yol açan bu mekanizma, Batı’nın küresel düzen üzerindeki hakimiyetini koruma çabasının en sert yüzünü temsil ediyor.
Küresel Güney’in çok kutuplu bir düzen kurma isteği, yalnızca egemenlik mücadelesi değil, aynı zamanda insani bir zorunluluk haline gelmiş durumda.
Aksi halde, her yıl yüzbinlerce insanın açlık, yoksunluk ve hastalık nedeniyle yaşamını yitirdiği mevcut düzen devam edecek.