ABD neden Venezuela petrolü üzerinde hak iddia ediyor?
ABD Başkanı Donald Trump’ın, Venezuela’nın “ABD’ye ait enerji ve petrol haklarını yasa dışı şekilde aldığı” yönündeki açıklamaları, iki ülke arasındaki gerilimi tırmandırdı.
Popüler Gazete'nin Al Jazeera'dan aktardığı habere göre Trump’ın “Onları geri istiyoruz” sözleri, yalnızca diplomatik bir çıkış değil, ABD’nin Venezuela petrolü üzerindeki uzun süredir devam eden ekonomik ve jeopolitik çıkarlarının da açık bir ifadesi olarak değerlendiriliyor.
Trump’a yakın isimlerden ABD İç Güvenlik Danışmanı Stephen Miller’ın, Venezuela petrolünün “Washington’a ait olduğu” iddiası ise tartışmayı daha da derinleştirdi.
İddianın kaynağı ne?
ABD’li enerji şirketleri, 1900’lerin başından itibaren Venezuela’da petrol arama ve çıkarma faaliyetlerine başladı.
1922’de Royal Dutch Shell’in Maracaibo Gölü’nde büyük rezervler keşfetmesiyle ülke, küresel petrol piyasasında stratejik bir konuma yükseldi.
Bu süreçte Standard Oil başta olmak üzere ABD’li şirketler, imtiyaz anlaşmalarıyla Venezuela’yı özellikle ABD için kritik bir tedarikçi haline getirdi.
Ancak tablo, Venezuela’nın 1960’ta OPEC’in kurucu üyeleri arasında yer alması ve 1976’da dönemin Devlet Başkanı Carlos Andres Perez’in petrol endüstrisini millileştirmesiyle değişti.
Perez yönetimi, Petroleos de Venezuela’yı (PDVSA) kurarak tüm petrol kaynaklarını devlet kontrolüne aldı.
Buna rağmen Venezuela, 1990’lar ve 2000’lerin başlarında günde 1,5–2 milyon varil petrol ihraç ederek ABD’nin önemli tedarikçilerinden biri olmayı sürdürdü.
Chavez ve Maduro dönemi
Dönüm noktası, Hugo Chavez’in 1998’de iktidara gelmesiyle yaşandı.
Chavez yönetimi, petrol varlıklarını tamamen millileştirdi, yabancı sermayeli şirketlere el koydu ve PDVSA’yı siyasi hedefler doğrultusunda yeniden yapılandırdı.
Bu süreç, kötü yönetim ve yetersiz yatırımla birleşince petrol üretiminde ciddi düşüşlere yol açtı.
Washington’un tepkisi ise yaptırımlar oldu. ABD, 2005’te Venezuela petrol sektörüne ilk yaptırımları uyguladı.
Nicolas Maduro döneminde ise 2017 ve 2019’da bu yaptırımlar sertleştirildi.
Yaptırımlar, Venezuela’nın ABD’ye petrol satışını ve küresel finansmana erişimini büyük ölçüde kısıtladı.
Sonuç olarak Venezuela, petrol ihracatını ağırlıklı olarak Çin’e kaydırırken, Hindistan ve Küba’ya sınırlı satışlar gerçekleştirdi.
Trump yönetimi, son olarak Maduro ailesi üyeleri ve yaptırım altındaki petrolü taşıyan Venezuelalı tankerlere yeni yaptırımlar getirdi.
Bugün Venezuela petrol endüstrisi tamamen PDVSA’nın kontrolünde bulunuyor. ABD’li şirketlerin ülkedeki varlığı ise oldukça sınırlı.
Houston merkezli Chevron, Venezuela’da faaliyet göstermeye devam eden tek ABD şirketi konumunda.
Chevron, PDVSA ile ortak girişim modeliyle çalışıyor ve üretimin belirli bir yüzdesini devlete ödüyor.
Bu yapı, Venezuela’nın resmi petrol üretiminin yaklaşık beşte birini oluşturuyor.
Şirkete, Biden yönetimi tarafından 2022’de, Trump yönetimi tarafından ise bu yıl ek muafiyetler tanındı. Chevron’un günlük petrol sevkiyatı 150 bin varil seviyesine ulaşmış durumda.
ABD'nin iddialarının yasal dayanağı var mı?
Trump yönetiminin Venezuela petrolü üzerindeki “hak” iddialarına karşın, uluslararası hukuk bu söylemleri desteklemiyor.
Birleşmiş Milletler’in 1962’de kabul ettiği Doğal Kaynaklar Üzerindeki Daimi Egemenlik (PSNR) ilkesi, egemen devletlerin kendi topraklarındaki doğal kaynaklar üzerinde tam hakka sahip olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bu ilkeye göre Venezuela, petrolünün tek sahibi ve ABD’nin bu kaynaklar üzerinde hak iddia etmesi uluslararası hukuka aykırı.
Uzmanlar da, ABD’nin Venezuela petrolünün tamamına sahip olduğu yönündeki söylemlerin hukuki bir dayanağı bulunmadığı konusunda hemfikir.
Sonuç olarak, Trump’ın sert açıklamaları ve Washington’un artan yaptırım hamleleri, ABD’nin Venezuela petrolü üzerindeki tarihsel ve stratejik çıkarlarını yeniden tesis etme arzusunu açık biçimde ortaya koyuyor. Ancak bu iddialar, hukuki zeminden ziyade siyasi güç söylemine dayanıyor.
ABD yönetimi, geçmişte Amerikan şirketlerinin Venezuela’daki yatırımlarını ve ülkenin uzun yıllar ABD’ye petrol tedarik etmesini, bugün doğrudan bir “hak” iddiasına dönüştürmeye çalışıyor.
Oysa uluslararası hukuk, geçmiş ekonomik ilişkileri veya yatırım varlığını egemenlik iddiasına dönüştüren bir yaklaşımı meşru kabul etmiyor.
Washington’un “çalınan petrol” anlatısı, hem iç politikada sertlik yanlısı seçmen tabanını konsolide etmeye hem de küresel enerji piyasasında ABD lehine yeni bir güç dengesi kurmaya hizmet ediyor. Ancak bu yaklaşım, Venezuela’yı daha fazla Çin ve Rusya eksenine itme riskini de beraberinde getiriyor.
Son tahlilde, ABD’nin Venezuela petrolü üzerindeki iddiası uluslararası hukukta karşılık bulmazken, meselenin önümüzdeki dönemde de enerji güvenliği, büyük güç rekabeti ve yaptırımlar üzerinden şekillenen bir jeopolitik mücadele olarak gündemde kalması bekleniyor.